Kur’an Anlayışına Göre Cahili Toplumun Nitelik ve Özellikleri

| |defa okundu : 429
  • Post on Facebook
  • Share on WhatsApp
  • Share on Telegram
  • Twitter
  • Tumblr
  • Share on Pinterest
  • Share on Instagram
  • pdf
  • Çıktı al
  • save

Kur’an Anlayışına Göre Cahili Toplumun Nitelik ve Özellikleri

Cehalet ve cahiliyenin birincil özelliği, insanların yüce Allah tebareke ve tealadan başkasına ibadet etmeleridir. İbadet, aşağıdaki ayetin tefsiri ile ilgili olarak Masum İmamlardan (a.s)  rivayetler ışığında itaat etmek ve dost edinmek anlamındadır:  [اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَاباً مِّن دُونِ اللّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَهاً وَاحِداً لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ] (Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.[1] İmam (a.s) şöyle buyurmuştur: أما والله ما دعوهم إلى عبادة أنفسهم، ولو دعوهم ما أجابوهم، ولكن أحلوا لهم حراما، وحرموا عليهم حلالا فعبدوهم من حيث لا يشعرون “Allah’a yemin olsun ki onlar, insanları kendilerine ibadet etmeye çağırmadılar, zira eğer bunu yapsalardı, kimse onları dinlemeyecekti, bilakis onlara haram olan şeyleri helalleştirdiler ve helal olan şeyleri de haramlaştırdılar. Böylece insanlar da farkında olmadan onlara ibadet etti.”[2] O dönemki cahili toplumda Allah tebareke ve teala dışındakilere ibadet edilmekteydi, bundan ötürü de bazı Kur’an surelerinin başında yüce Allah’tan başka hiç kimseye ibadet edilmemesi istenmiştir: [كَلا لا تُطِعْهُ] Hayır! Sakın sen ona uyma.[3] O dönemde birçok ilaha ibadet edilmekteydi: [مَا نَعْبُدُهُمْ إِلا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى] “Biz onlara (yani putlara) sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar.[4] [وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَاباً مِّن دُونِ اللّهِ] Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin.”[5] [إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلا] Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yoldan saptırdılar.”[6] [فَاتَّبَعُواْ أَمْرَ فِرْعَوْنَ وَمَا أَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَشِيدٍ] İleri gelenler Firavun’un emrine uydular. Hâlbuki Firavun’un emri doğru değildi.[7] [فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيّاً] Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.[8] [وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللّهُ قَالُواْ بَلْ نَتَّبِعُ مَا أَلْفَيْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ شَيْئاً وَلاَ يَهْتَدُونَ] Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?[9] [وَمِنَ النَّاسِ مَن يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّبِعُ كُلَّ شَيْطَانٍ مَّرِيدٍ، كُتِبَ عَلَيْهِ أَنَّهُ مَن تَوَلاهُ فإنه يُضِلُّهُ وَيَهْدِيهِ إِلَى عَذَابِ السَّعِيرِ] İnsanlardan kimi vardır ki, hiçbir bilgisi olmadığı hâlde, Allah hakkında tartışmaya girer ve her azgın şeytanın ardına düşer. Şeytan hakkında, “Her kim onu dost edinirse, mutlaka o kimseyi saptırır ve onu cehennem azabına sürükler” diye yazılmıştır.[10] [إِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ] Hani inkâr edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi.[11]

İşte bunlar, ilk cahiliye döneminde yüce Allah tebareke ve tealadan başka kendilerine ibadet edilen ilahlardan bazılarıdır; putlar, muhlis olmayan alimler, firavunlar, kötülüğü emreden nefs-i emmarenin heva ve şehvetleri, iblis, bağnazlık, geçmişlerden kalan gelenek ve taklitler. Ama bütün bunların başat faktörü heva ve hevese uymaktır: [فَإِن لَّمْ يَسْتَجِيبُوا لَكَ فَاعْلَمْ أَنَّمَا يَتَّبِعُونَ أَهْوَاءهُمْ وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوَاهُ بِغَيْرِ هُدًى مِّنَ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ لا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ] Eğer (bu konuda) sana cevap veremezlerse, bil ki onlar sadece kendi nefislerinin arzularına uymaktadırlar. Kim, Allahtan bir yol gösterme olmaksızın kendi nefsinin arzusuna uyandan daha sapıktır. Şüphesiz Allah, zalimler toplumunu doğruya iletmez.[12]

Peki insanların bugünkü durumu farklı mı? Kendilerini modern olarak adlandıran malum ulusların halkını kastetmiyorum, zira onlar, boynuzlarından ta ayaklarının tabanlarına kadar cehalet bataklığında boğulmuşlardır. Fakat gelin ve bundan çok daha vahim olanına şahit olun; kendilerini Müslüman diye adlandırdıkları halde cehalet bataklığında bocalayanlar o kafirlerin peşinden koşuyorlar, arzularına, tutkularına ve spor, teknik ve bazı sapkın teori ve yasalar gibi onlardan neşet eden yeni ilahlara tabi olup dalmışlar. Hâlâ da kutsal şeriata riayet edilmeden aşiret reisleri ve ileri gelenler gibi öncü ve liderlere itaat edilmekte, onlar da yüce Allah tebareke ve tealanın haram kıldıklarını helalleştirmekte, helal kıldıklarını da haramlaştırmaktalar. Ataların ve geçmiş nesillerin örf, töre ve geleneklerine henüz hem yüce Allah’ın şeriatından daha fazla uyulmaktadır. Öyle ki; toplum, Allah’a karşı yapılan isyanı hoş görmekte ve söz konusu örf ve töresinin dışına çıkmaya rıza göstermemektedir. Doğrusu onların lisan-ı halleri şöyle demektedir: النار ولا العار Ateşe atılmaya evet, ama utanca hayır! Tam olarak İmam Hüseyin’in (a.s) Kerbela’da dile getirip temsil ettiği İslam’ın aksine hareket edilmektedir:

الموت أولى من ركوب العار  والعار أولى من دخول النار

Ölüm, utançtan daha evladır

Ve utanç ise ateşe girmekten daha evladır

Bu durum, kabile ona benzer gelenekleride belirgin bir durumdur. Ama günümüzde ise meselenin sureti değişmitir. Örneğin; zavallı kadınlar sevgiye, modanın etkisine etiketin gereklerine ve Şeriat'ı ihlal etse bile Batı'nın çıkardığı giyim, süs ve aksesuarlara uyup itaat eder. Acaba ibadet, itaat, dostluk ve sadakat bunlardan başka bir şey midir?! Tüm bunlar şirk-i celi diye adlandırılan şirk bağlamındadır. Kur’an-ı Kerim, tüm bu ilahların kıyamet gününde kendilerine kulluk eden kullarından teberri edeceklerini ama artık piümanlığın fayda vermeyeceğini haber vermektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

[وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبّاً لِّلّهِ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً وَأَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ، إِذْ تَبَرَّأَ الَّذِينَ اتُّبِعُواْ مِنَ الَّذِينَ اتَّبَعُواْ وَرَأَوُاْ الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الأَسْبَابُ، وَقَالَ الَّذِينَ اتَّبَعُواْ لَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُواْ مِنَّا كَذَلِكَ يُرِيهِمُ اللّهُ أَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ وَمَا هُم بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ]

İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu bir bilselerdi! Kendilerine uyulanlar o gün azabı görünce, kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar, aralarındaki bütün bağlar kopacaktır.[13]

Yüce Allah tebareke ve teala beşerin, onlara sadakat gösterip itaat etmek suretiyle Allah’tan başka ibadet ettikleri ilahlarını şu şekilde nitelemektedir:

 [مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاء كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ]

Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi![14]

Yine şöyle buyurmaktadır:

[وَالَّذِينَ كَفَرُوا أَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِقِيعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْآنُ مَاءً حَتَّى إذا جَاءهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْئاً وَوَجَدَ اللَّهَ عِندَهُ فَوَفَّاهُ حِسَابَهُ وَاللَّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ]

İnkâr edenlere gelince; onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. (Tıpkı bunun gibi kâfir de hesap günü amellerinden bir şey bulamaz). Ancak Allah’ı yanında bulur da Allah onun hesabını tastamam görür. Allah, hesabı çabuk görendir.[15]

Bu konu, dikkat çekmeye ve önemsenmeye değer bir konudur, çünkü insanların dikkatlerini kendi inançlarından saptıklarına, saf tevhitten uzak kaldıklarına ve yüce Allah tebareke ve tealaya olan itaatlerinin, bu çoklu putlara olan itaatlerinden çok daha az olduğuna celp etmektedir. Ama konumuz, gizlenme riski fazla olan ve diğer insanları bırakın hatta müminlerin bile dikkatlerinden kaçan Modern Cehaletin Putları başlığı altında şekillensin.

Doğrusu gizli şirk koşma düzeyine gelince, felaket daha da büyüktür. Nadiren samimi bir amel bulursunuz. En azından eğer sahibi bunu böyle düşünüyorsa, peki neden bir cami inşa ettiğinde adını büyük levhalara yazdırarak camiye asar, eğer yapmış olduğu ameli sırf Allah rızası içinse, neden yapmış olduğu bağışı başa kakar ve her yerde övünerek ondan bahseder?!

Cehaletin ve cahiliyenin ikinci özelliği ise, işlerini organize eden ve anlaşmazlıklarına nezaret eden yasaların, yüce Allah’ın şeriatından uzak yasalar olmasıdır. [أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ] Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar?[16] Yüce Allah’ın indirdiklerine uymayan hüküm, Kur’an'ın ifadesiyle cahiliye hükmüdür. Toplumumuzun çoğu bireyinin, yüce Allah’ın, haklarında hiçbir gerekçe indirmediği ve yüce Allah tebareke ve tealadan uzak bir surette cahil insanların koyduğu kabile veya aşiretlere mensup olup mevcut otoriteler tarafından konulan hükümlerle yönetildiklerini görüyoruz. Tabi bunu sadece bir örnek teşkil etsin diye ifade ettim.  Şimdi bunun geçerliliğini görmek için gözünüzü açıp diğer sosyal katmanlara bakabilirsiniz. O zaman bunun birçok örneğini göreceksiniz. Gözlerinizle görüyorsunuz ki; dünyanın  farklı ülkelerinde, kendisine zarar veya yarar veremeyen ve burnunun ucunu bile görmekten aciz durumdaki eksik bir beşer tarafından yapılan yasalar, mevzuat ve (ideolojiler) tarafından kontrol edilmekte ve yönetilmektedir. Bu yüzden de her gün, bir maddeyi değiştirdiklerini, eski bir fıkrayı iptal edip yerine yeni bir fıkra eklediklerini, bir diğerinin hatalı olduğunun farkına vardıklarını ve onu kaldırmaya çalışarak meydana gelen yasal boşluğu doldurmaya gayret ettiklerini, böylece bu durumun hep böyle sürüp gittiğini görüyorsunuz. Hadis-i şerif, şeriata uymayan her şeyi cahiliye olarak nitelemekte ve uygulamasında sorunla karşılaşılacağını ifade etmektedir. Örneğin; من مات ولم يوص مات ميتة جاهلية Vasiyette bulunmadan ölen kimse, cahiliye ölümü üzere ölmüştür.[17]

Şöyle diyen Firavun’un: [مَا أُرِيكُمْ إِلا مَا أَرَى] “Ben size ancak kendi görüşümü bildiriyorum.[18] Halet-i ruhiyesi, bireysel bir durum değildir, bilakis yüce Allah tebareke ve teala dışında kendisini kanun koyucu olarak atayan birçok kişide sürekli yinelenen bir durumdur.

Cahiliyenin diğer alametlerinden biri de inançsal yozlaşma durumudur. Yüce Allah şu ayet ile buna işaret etmektedir: [يَظُنُّونَ بِاللّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ] Allah’a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar.[19] Örneğin, onlar şöyle inanırlardı, bir insan ne günah işlemişse işlesin, tanrılara kurban olarak bir şey adayıp verdiğinde cezadan kurtulacaktır. Bizim toplumda da Hüseyn-i minberlerde konuşan vaizlerin, halkın zihnine habire yerleştirdikleri inançlara göre; kim ne günah işlerse işlesin, Hüseyin'in (a.s) üzerine bir damla gözyaşı döktüğünde, cennete girmesi için yeterli olacaktır. Bunu da şu hadis-i şerifi gerekçe göstererek ifade ediyorlar:

من بكى على الحسين ولو مقدار جناح بعوضة وجبت له الجنة

“Bir sineğin kanadı miktarı kadar da olsa Hüseyin’in (a.s) üzerine ağlayana, cennet vacip olmuştur.”[20]

Ayrıca şairin şu mısralarını da delil olarak getiriyorlar:

فإنَّ النار ليس تمس جسماً            عليه غبار زوار الحسينِ

Doğrusu ateş, üzerinde toz toprak olup Hüseyin’in (a.s) ziyaretçisi olan bedene ilişemez.

İmam Hüseyin’in (a.s) yüce Allah tebareke ve teala nezdindeki değer ve şerefini inkar etmiyoruz ve O’nun bu değer ve şerefi fazlasıyla hak ettiğine inanıyoruz. Ancak bu, cennete girmek için, gereklilikler ve nedenin bir parça olarak değerlendirilmeli ve nedenin tamamlanması için gerekli olan diğer parçaların ve koşulların oluşmasına ihtiyaç duyulduğu gibi bu durumu engelleyecek herhangi bir engelin de olmaması lazımdır. Söz konusu koşulların ilki, yüce Allah’ın emir ve yasaklarında ona itaat etmektir. Kur’an bunu apaçık bir şekilde ifade ediyor: [وَلا يَشْفَعُونَ إِلا لِمَنِ ارْتَضَى] Onlar, O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler.[21] İmam Sadık’tan (a.s) rivayet edilen bir hadiste de şöyle buyrulur: لن تنال شفاعتنا مستخفاً بالصلاة Namazı hafife alana şefaatimiz ulaşmaz.[22] Ayrıca bu anlayış, şu ayet-i şerifiye de ters düşmektedir:

[فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْراً يَرَهُ، وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرّاً يَرَهُ]

Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.[23]

Tabi eğer yapmış olduğu günahları, sadık bir tövbe ile tövbe ederek telafi ederse, o zaman durum başkalaşır.

İnançtaki bu sapmanın, insanların dinde uzaklaşmasında, Kur’an öğretilerinden tamamen uzak olan bu doktrinle uyuşturulduktan sonra farkındalıklarının eksilmesinde ve bu yanlış inanca dayanarak Kur’an’la amel etmeyi terk etmelerinde ciddi bir etkisi bulunmaktadır.

Süs, gösteriş, izhar-ı cazibe, arsızlık ve fahşanın aşırı şekilde yayılması cehalet ve cahiliyenin diğer alametlerindendir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: [وَلا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الأُولَى] Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın.[24] Bugünkü toplum, ahlaksızlık, arsızlık, baştan çıkarma, yanlış yönlendirme ve insanları fahşaya düşürme konularında eski ümmetleri katbekat geride bıraktığı yetmiyormuş gibi bunları yaygınlaştırmak için tüm gelişmiş olanaklarını seferber etmiş durumdadır. Nasıl İslam öncesi cahiliyet, örneğin; Kureyşliler, Kabe’ye gelen hacıların üzerlerindeki elbiselerle tavafta bulunmalarını yasaklayan bir kanun geliştirdilerse, zira kişi o elbiseler içindeyken günah işleyip Allah’a karşı gelmiş, dolayısıyla ya Mekke ehlinden bir kişinin elbiseleriyle ya da yeni bir elbiseyle veyahut çıplak halde tavaf etmesi lazımdır gibi şeytani yöntemler kullanmak suretiyle kanunlar geliştirip ve mevzuatlar oluşturarak ibadetleri, cinsel içgüdülerini tatmin etmek için kullandıysalar, aynı biçimde günümüzdeki şeytan dostları da fısk ve fücur kulüplerine ek olarak örneğin; spor adı altında o fısk ve fücur kulüplerinde olup bitenden daha az rezaletlerin yaşanmadığı fahşayı yayma yöntemlerini yürürlüğe koydular. Bilakis mevzu bahis kulüplerin bu konudaki yöntemleri daha zararsız görülüyor, çünkü gizlece yapılmakta, herkes onlara kaşlarını çatmakta ve sahipleri de adlarının bu şekilde çıkmasından utanç duymaktalar. Buna (spor) gelince, açıkça ve herkesin gözleri önünde yapılmakta, yapanlar kendileriyle gurur duymakta ve yaptıkları çalışmalar herkes tarafından kutlanmakta. Şeytanın elinde birer oyuncağa dönüştüklerini ve onları istediği şekilde evirip çevirdiğini görmez misin? Aynı şekilde, güzellik kraliçesi veya moda sergisi veyahut sanat ve diğer başlıklar adına yapılan bütün pervasızlıklar, hakaretler, ahlaksızlıklar ve arsızlıklar, toplum tarafından kabul görülen argümanlar altında yapılmakta olup sadece Allah’ın koruması altında olanlar bu tür rezilliklerden kurtulabilmektedir. Tüm bunlarla asıl hedeflenen şey insanlığın, hayvani bir barbarlıkta, cinsiyet kaosunda ve her şeyi yakıp yıkan şehvet ateşinde yaşamasıdır.

Cehalet ve cahiliyenin bir diğer özelliği de yaşamla ilgili algıların bozulması ve hayata dair vizyonun sapmasıdır. Örneğin, İslam öncesi cahiliye döneminde الحُمُس  diye adlandırılan bazı cahil insanlar, kendilerini diğer insanlardan üstün görmeleri nedeniyle kızlarının, kendileri dışındakilerle evlenmelerini reddederlerdi. Günümüz cahiliyesinde de buna benzer birçok kesim bulunmaktadır. Belki de bunların en bariz örnekleri, Allah Resulü’ne (s.a.a) müntesip olan bazı seyitlerdir. Bunlar, kızlarını ancak kendileri gibi seyit olanlarla evlendiriyorlar. Böylece kızları evde kalıp mutsuzluk çekiyor, evlilik dönemleri geçiyor ve bir aile kurup anneliğin tadını çıkarma mutluluğundan mahrum bırakılarak en temel meşru haklarını kullanmalarına engel olunmakta. İşte bütün bunlar, söz konusu bu yanlış cahiliye anlayışından kaynaklanmaktadır. Kur'an'ın ilkeleri nerede, bu algılar nerede?: [خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيراً وَنِسَاء] Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının.[25] Allah Resulü’nün (s.a.a) öğretileri nerede, bu içi boş anlayışlar nerede?: إذا جاءكم من ترضون خلقه ودينه فزوجوه “Dinini ve ahlakını beğendiğiniz biri size geldiğinde onu evlendirin.”[26] Evet, onların üstünlüğü Allah Resulü’ne (s.a.a) olan akrabalık bağları nedeniyledir, Allah Resulü’nün (s.a.a) üstünlüğü de Muhammed b. Abdullah (s.a.a) oluşuyla değil, bilakis İslam’la ve yüce Allah’a olan itaati sebebiyledir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:  [لَئِنْ أَشرَكتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ] “Eğer Allah’a ortak koşarsan elbette amelin boşa çıkar ve elbette ziyana uğrayanlardan olursun.”[27] [وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الأَقَاوِيلِ، لأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ، ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ، فَمَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ] Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.[28] Zira Allah Resulü’nün (s.a.a) kendisi şöyle buyuruyor: ولو عصيت لهويتُ Eğer isyan etseydim, yok olurdum.”[29] Şeriatını ihlal ettikleri halde O’nun (s.a.a) adına ticaret yapanların değeri nedir ki?

Cahiliye döneminin bir başka özelliği de, insanların birbirlerine karşı övündükleri değer ve ölçü kıstaslarının hakiki ve ilahi olandan sahte ve şeytani olana doğru kaymasıdır. Kur’an açıkça şöyle buyuruyor: [إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ] Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.[30] [قُلْ بِفَضْلِ اللّهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَلِكَ فَلْيَفْرَحُواْ هُوَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ] De ki: “Ancak Allah’ın lütuf ve rahmetiyle, yalnız bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.”[31] [أَلْهَاكُمُ التَّكَاثُرُ، حَتَّى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَ] Çoklukla övünmek sizi, kabirlere varıncaya (ölünceye) kadar oyaladı.[32] [وَقَالُوا نَحْنُ أكثر أَمْوَالاً وَأَوْلاداً وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ] Yine, “Bizim mallarımız ve çocuklarımız daha çoktur. Bize azap edilmeyecektir” demişlerdi.[33] Bu tür konular o kadar açık ki; örneklerinden bahsetme gereği duymuyorum. Aşağıdaki zikredeceğimiz iki ayet,  kıstaslar arasındaki bu açık karşılaştırmayı gösteriyor:  

[زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ، قُلْ أَؤُنَبِّئُكُم بِخَيْرٍ مِّن ذَلِكُمْ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ]

Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır. De ki: “Size, onlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.” Allah, kullarını hakkıyla görendir.[34]

Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

[وَمَا أَمْوَالُكُمْ وَلا أَوْلادُكُم بِالَّتِي تُقَرِّبُكُمْ عِندَنَا زُلْفَى إِلا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَأُوْلَئِكَ لَهُمْ جَزَاء الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ آمِنُونَ]

Ne mallarınız ne de çocuklarınız, sizi bizim katımıza daha çok yaklaştıran şeylerdir! Ancak iman edip salih amel işleyenler başka. İşte onlar için işlediklerine karşılık kat kat mükâfat vardır. Onlar cennet köşklerinde güven içindedirler.[35]

Her iki cahiliyye dönemlerinin ortak özelliklerinde biri de, en barizleri şarabın içilmesi, ölçü ve tartıda hile yapılması, aldatma, yalan ve eşcinsellik gibi ahlaki rezaletlerin yaygın hale gelmesidir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

[وَتَأْتُونَ فِي نَادِيكُمُ الْمُنكَرَ]

“Ve toplantılarınızda edepsizlik yapacak mısınız?”[36]

[وَلاَ تَبْخَسُواْ النَّاسَ أَشْيَاءهُمْ]

İnsanların mallarını eksiltmeyin.[37]

[وَيْلٌ لِّلْمُطَفِّفِينَ، الَّذِينَ إذا اكْتَالُواْ عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَ، وَإِذَا كَالُوهُمْ أَو وَّزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَ]

Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay hâline! Onlar insanlardan (bir şey) ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler. Fakat kendileri onlara bir şey ölçüp, yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar.[38] Bunlarla da kalmıyor, aynı zamanda bu tür rezilliklere bulaşmayan temiz insanlarla alay ediyorlar:

[وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلاَّ أَن قَالُواْ أَخْرِجُوهُم مِّن قَرْيَتِكُمْ إِنَّهُمْ أُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ]

Kavminin cevabı ise sadece, “Çıkarın bunları memleketinizden! Güya onlar kendilerini fazla temiz tutan insanlar!..” demek oldu.[39] Evet, Cafer b. Ebu Talip, cahiliye döneminde bile içki içmeyi ve zina yapmayı kendisine haram kılan kişi olarak tarihe ismini yazmıştır. Güçlü olanların zayıf olanları yemesi, ilahi değerlerin yanı sıra ahlaki ve insani değerlerin bile yok olması ve kişisel çıkarlarının hep birincil sırada gelmesi de söz konusu cahiliye dönemi insanlarının kötü ahlakları arasındaydı. Ve işte bugünün medeniyetinde de, bir halkı tamamen ezip yok etmekte ve her şeyin üstünde saydıkları “çıkarlar” denilen şey uğruna, ekin ve nesilleri yok etmektedir. Yüce Allah tebareke ve tealanın rızasını kazanma ve ahirette kurtuluşa erme olan gerçek hedefi ise, gericilik ve irtica sayılmakta. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

[وَطَآئِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ يَقُولُونَ هَل لَّنَا مِنَ الأَمْرِ مِن شَيْءٍ قُلْ إِنَّ الأَمْرَ كُلَّهُ لِلَّهِ يُخْفُونَ فِي أَنفُسِهِم مَّا لاَ يُبْدُونَ لَكَ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الأَمْرِ شَيْءٌ]

Bir kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüştü. Allah’a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar; “Bu işte bizim hiçbir dahlimiz yok” diyorlardı. De ki: “Bütün iş, Allah’ındır.” Onlar sana açıklayamadıklarını içlerinde saklıyorlar ve diyorlar ki: “Bu konuda bizim elimizde bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik.”[40] Evet, işte onların amacı ve uğruna yaşadıkları hedefleri budur: “Bu konuda bizim için bir şey var mı?”

Cehalet ve cahiliyenin en önemli özelliklerinden biri, belki de ortaya çıkmasının temel nedeni, iyiliğin emredilmesi ve kötülüğün menedilmesinin terk edilmesidir. Yani Allah Resulü’nün (s.a.a) daha önce şu şekilde uyarıda bulunduğu durum:

كيف بكم إذا فسدت نساؤكم وفسق شبابكم ولم تأمروا بالمعروف ولم تنهوا عن المنكر؟

“Kadınlarınız bozulduğu ve gençleriniz sapkınlığa düştüğü halde iyiliği emretmeyip kötülükten de menetmediğiniz zaman ne yapacaksınız?” Dediler ki: Ey Allah’ın Resulü (s.a.a) bunlar olacak mı? Buyurdu ki:

نعم، وشر من ذلك، كيف بكم إذا أمرتم بالمنكر ونهيتم عن المعروف؟

“Evet, ve bundan daha kötüsü de olacak. Kötülüğü emrettiğinizde ve iyilikten menettiğinizde haliniz ne olacak?” Dediler ki: Ey Allah’ın Resulü (s.a.a) bunlar olacak mı? Buyurdu ki:

وشر من ذلك، كيف بكم إذا رأيتم المعروف منكراً والمنكر معروفاً

“Bundan daha da kötüsü; iyiliği, kötülük, kötülüğü de iyilik olarak gördüğünüzde haliniz ne olacak?”[41] Malesef günümüz toplumlarının bugün ulaştığı nokta budur. Bu konuda ilk eksiklik, din alimlerinin veya Kur’an'ın da ifadesiyle ruhbanların, görevlerini eda etmedeki ihmalleri ve duyarsızlıklarının ürünüdür. Bilinmelidir ki; ruhbanlık ifadesinin en belirgin örnekleri, siz, şerefli İlim Havzasının talebeleri ve erdem sahiplerisiniz. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

[وَتَرَى كَثِيراً مِّنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِي الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَأَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ، لَوْلاَ يَنْهَاهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالأَحْبَارُ عَن قَوْلِهِمُ الإِثْمَ وَأَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُواْ يَصْنَعُونَ]

Onlardan çoğunun günahta, düşmanlıkta, haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yapmakta oldukları şey ne kötüdür! Bunları, din adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırsalardı ya! Yapmakta oldukları şey ne kötüdür![42]

[كَانُواْ لاَ يَتَنَاهَوْنَ عَن مُّنكَرٍ فَعَلُوهُ لَبِئْسَ مَا كَانُواْ يَفْعَلُونَ، تَرَى كَثِيراً مِّنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ أَنفُسُهُمْ أَن سَخِطَ اللّهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ]

İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü! Onlardan birçoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Andolsun ki kendileri için önceden (ahirete) gönderdikleri şey; Allah’ın onlara gazap etmesi ne kötüdür! Onlar azap içinde ebedî kalıcıdırlar.[43]

İslam’dan uzaklaşmış bir toplumun bir diğer özelliği de kafirlerin dost edinilmesidir. İşte var olan bu eksiklikten ötürü Müminlerin Emiri (a.s) şöyle buyuruyor:

أما بعد فإنه إنما هلك من كان قبلكم حيثما عملوا من المعاصي ولم ينههم الربانيون والأحبار عن ذلك، وأنهم لما تمادوا في المعاصي نزلت بهم العقوبات فأمروا بالمعروف ونهوا عن المنكر واعملوا أن الأمر بالمعروف والنهي عن المنكر لن يقربا أجلاً ولن يقطعا رزقاً

“Bilinmelidir ki; sizden öncekilerin helak olmasının nedeni, günah işlemeleri ve ruhban ve hahamların onları bundan menetmemeleriydi. Böylece ne zaman ki günah ve kötülüğü alışkanlık haline getirdiler, üzerlerine azap inmeye başladı. İyiliği emredin ve kötülükten men edin ve bilin ki; iyiliği emretmek ve kötülükten men etmek, eceli yakınlaştırmaz ve rızkın kesilmesine neden olmaz.”[44]

Bu görev yerine getirilmeden, müminlerin ne Allah ne de Allah Resulü’nün (s.a.a) nezdinde bir değerleri kalmaz. Belki de onların düşmanları nezdinde bile bir değerleri kalmaz.  Bu yüzden Kureyşliler arasında muvahhit olanlar bulunmaktaydı. Onlar, putlara ibadet etmeyi terk edip sadece yüce Allah’a ibadet eden Haniflerdi. Buna rağmen müşriklerin nezdinde bir değerleri yoktu ve onlara pek önem de vermiyorlardı, çünkü bu büyük vecibeyi terk etmişlerdi.

Halbuki Kur’an, bu büyük görevi yerine getirmeyi, gerçek anlamda Müslüman olan toplumun özelliklerinden biri saymıştır:

[كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ]

Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir.[45]

[وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ، الَّذِينَ إِن مَّكَّنَّاهُمْ فِي الأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الأُمُورِ]

Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir. Onlar öyle kimselerdir ki, şâyet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin âkıbeti Allah’a aittir.[46]

[وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ]

Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.[47]

[وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ]

Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.[48]

Bunlara benzer birçok ayet bulunmaktadır ama tümünü burada zikretme gibi bir niyetimiz yoktur, zira bu araştırma sadece bazı işaretlerde bulunma ve bu tür meselelerle ilgili düşünme kapısını aralamaya dayanmaktadır. Yüce Allah tebareke ve tealanın lütfu ve geniş merhametiyle her bir kapı, bin tane kapı daha akmaktadır.

Cahiliyenin bir özelliği de mitlerin ve efsanelerin tahakkümü sürmesiydi. Örneğin, Araplar, karga ve baykuş seslerini uğursuzluk sayarlardı. Bugünkü Batı dünyası da (13) sayısını anlamsız bir biçimde uğursuzluk sayıyor. O dönemlerde falcılık ve büyücülük yayılmış ve pazarları revaç bulmuştu, bugün ise insanların ikballerinin avuç içi hatlarına, astrolojiye, burçlara, iddialara, uzaylılara, çekiliş kartlarına ve benzer şeylere bağlı olmaya dönüştüğünü görüyoruz ki; cehalet ve aptallığın daniskası anlamına geliyor.

İslamiyet öncesi cahiliye dönemin özelliklerinden biri de insanların çeşitli şekillerle Kur'an'dan yüz çevirmeleri ve onu terk etmesidir. Nadr b. Haris, İran'a gidip krallarıyla ilgili haberleri öğrenenlerden biriydi. Kendisi Allah Resulü’nü (s.a.a) takip eder, Allah Resulü (s.a.a) bir yerden kalktığında gider oradaki topluluğun arasında oturur ve onlarla konuşarak şöyle derdi: “Allah için söyleyin, ben mi daha güzel kıssalar anlatıyorum yoksa Muhammed (s.a.a) mi?” cahiliye dönemi insanları Kur’an’ı, eskilerin masalı veya sabah akşam kendisine okunan yazılı masallar veyahut iftiradan ibaret olan sözler olarak niteliyorlardı. Hatta Allah Resulü (s.a.a) Kur’an-ı Kerim okuduğu zaman şiddetli bir şekilde alkışlayıp sesini bastırmaya çalışıyorlardı. Kur’an onların bu durumunu şöyle beyan ediyor: [وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لا تَسْمَعُوا لِهَذَا الْقُرْآنِ وَالْغَوْا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ] İnkâr edenler dediler ki: “Bu Kur’an’ı dinlemeyin. Baskın çıkmak için o okunurken yaygara koparın.”[49] Yüce Allah şöyle buyuruyor:  [وَإِن يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُّسْتَمِرٌّ] Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve “Süregelen bir sihirdir” derler.[50] Günümüz cahiliyesi de Kur’an’ı aynı nitelemelerle niteleyerek Kur’an’ın Muhammed’in (s.a.a) kelamı olduğunu, ilahi bir vahiy değil de deha bir insanın sözlerinden ibaret olduğunu söylüyorlar. Böylece Kur’an’ın barındırdığı çelişkilerle alakalı eserler yazmaya çalışıyorlar! Fakat Kur'ân-ı Kerim tarafından aciz ve bunalmış bırakılmaları ve varlığını onlara dayatması sonucunda, bu sefer – özlerinde var olan kötülük, aldatma ve hileden ötürü - kasten Kur’an’ın içeriğini boşaltmaya ve pratik olarak yaşam gerçeğinden izole etmeye kalkışıyorlar.  Böylece Kur’an’ı, şarkıcıların terennüm ettiği ve orada onları dinleyenlerinde (الله الله يا شيخ)  diye tezahüratlarda bulunduğu şarkı ve müziğe benzer bir şeye ya da göğüslerinde veya evlerinde asılı olan tılsımlara dönüştürdüler. Gördüğünüz gibi bu yöntem, Nadr b. Haris ve benzerlerinin kullanmış oldukları yöntemlerden daha tehlikeli, daha sinsi ve etkisi daha ölümcül olan bir yöntemdir.

Cahil insanlar tarafından karakterize edilen bariz eylemlerden biri de, her ne kadar yanlış olduklarına dair kanıt ve delil getirilse bile seleflerinden miras kalan gelenekler hakkındaki katılıkları, onlara uyma ve onlardan sapmamadaki bağnazlıklarıdır. Bu davranış, ataların ve geçmiş nesillerin takip ettiği şeyin, kaldırılması zor bir kutsallık kazandığı göz önüne alındığında, düşüncenin kemikleşmesi ve sağlıksızlığının, aynı zamanda sağduyudan uzak duygusal boyutun tahkiminin bir sonucudur. Kur'an-ı Kerim bu durumu o kadar çok tekrarlamaktadır ki; bunların, bütün peygamberlerin paylaştığı sıkıntılardan biri olduğunu net bir şekilde anlamaktayız. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

[وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللّهُ قَالُواْ بَلْ نَتَّبِعُ مَا أَلْفَيْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ شَيْئاً وَلاَ يَهْتَدُونَ

إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءهُمْ ضَالِّينَ، فَهُمْ عَلَى آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ]

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?[51]

[إِنَّهُمْ أَلْفَوْا آبَاءهُمْ ضَالِّينَ، فَهُمْ عَلَى آثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ]

Çünkü onlar babalarını sapık kimseler olarak buldular. Kendileri de onların izinden koşa koşa gitmektedirler.[52]

[قَالُواْ أَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ]

Onlar, “Sen bize tek Allah’a ibadet edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı bize getir” dediler.[53]

[بَلْ قَالُوا إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءنَا عَلَى أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَى آثَارِهِم مُّهْتَدُونَ، وَكَذَلِكَ مَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّذِيرٍ إِلا قَالَ مُتْرَفُوهَا إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءنَا عَلَى أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَى آثَارِهِم مُّقْتَدُونَ، قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكُم بِأَهْدَى مِمَّا وَجَدتُّمْ عَلَيْهِ آبَاءكُمْ قَالُوا إِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ كَافِرُونَ]

Hayır! Onlar sadece, “Şüphesiz biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, ve biz onların izlerinden gitmekteyiz” dediler. İşte böyle, biz senden önce hiçbir memlekete bir uyarıcı göndermedik ki, oranın şımarık zenginleri, “Şüphe yok ki biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de elbette onların izlerinden gitmekteyiz” demiş olmasınlar. (Gönderilen uyarıcı,) “Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?” dedi. Onlar, “Biz kesinlikle sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz” dediler.[54] Son iki ayet, bu durumun sacede peygamberlerle sınırlı olmadığını, bilakis toplumunu özgürleştirmek isteyen ve onu reforme etmeye çalışan herkesin söz konusu çileyle yüzleşeceğini göstermektedir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: [وَكَذَلِكَ مَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِك] İşte böyle, biz senden önce hiçbir memlekete bir uyarıcı göndermedik ki...[55]

Bu konuda günümüz cahiliyesi, ilk cahiliye döneminden farklı olmayıp bunu gösteren birçok kanıt bulunmaktadır. Doğrusu İlim Havzası mensubu bir düşünürün ifadesiyle toplumumuz bu tür eğilimlerden büyük ölçüde acı çekmiştir.

Cahiliyenin nişanelerinden biri de gerçek imamı tanımamalarıdır: من مات ولم يعرف إمام زمانه مات ميتة جاهلية Zamanının imamını tanımadan ölen kişi, cahiliye ölümü üzerine ölmüştür.[56] Tanımakla sadece ismini bilme kastedilmiyor, bilakis İmam'a (a.s) karşı tüm sorumluluğun ve görevin bilinmesi, hakkıyla yerine getirilmesidir.  Doğrusu bu konuda Sahib-i Asr’a (canlarımız ona feda olsun) karşı apaçık bir kusur içindeyiz. Me’sur duada bu cehalet şu şekilde ifade edilmektedir:

اللهم عرفني نفسك فإنك إن لم تعرفني نفسك لم أعرف نبيك اللهم عرفني رسولك فإنك إن لم تعرفني رسولك لم أعرف حجتك اللهم عرّفني حجّتك فإنك إن لم تعرفني حجتك ضللت عن ديني

Allahım! Bana kendini tanıt, şüphesiz eğer sen, bana kendini tanıtmazsan Peygamberi’ni tanıyamayacağım. Allahım! Bana Resulü’nü tanıt, şüphesiz eğer sen, bana Resulü’nü tanıtmazsan, Hücceti’ni tanıyamayacağım. Allahım! Bana Hücceti’ni tanıt, şüphesiz eğer sen, bana Hücceti’ni tanıtmazsan, dinimden sapacağım.[57] Dinden sapma ise, cahiliyenin ta kendisidir.

Her zaman için bir imam ve hüccetin varlığının gerekliliği, gaybet döneminde İmam’a (a.f) karşı yükümlülüklerimiz ve sorumluluklarımız ve bırakın imamete inanmayanların, imamete inananların bile zihinlerini meşgul eden birçok düşünsel soru ve problemleri kapsayan imamet olayı, geniş ölçekte bir konu olup üzerinde uzunca konuşulması gereken bir meseledir. Zira İmamlar (a.s):  باب الله الذي لا يؤتى إلا منه  Yüce Allah’ın alternatifsiz tek kapısı.[58] Yüce Allah’ın kapısını tanımayan, yüce Allah’a nasıl ulaşabilir ki?! Allah’ın dışında, apaçık bir dalaletten başka ne var ki?!

Cahiliyenin özellikleri arasında materyalizme boyun eğme, maddenin ötesinde olanın tanınmaması ve görünmeyenlerin inkar edilmesi vardır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: [وَقَالُواْ إِنْ هِيَ إِلاَّ حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ] Derler ki: “Hayat ancak dünya hayatımızdır. Artık biz bir daha diriltilecek de değiliz.”[59]  [وَقَالُوا مَا هِيَ إِلا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَا إِلا الدَّهْرُ وَمَا لَهُم بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلا يَظُنُّونَ] Dediler ki: “Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder.” Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda bulunuyorlar.[60] Kur’an, insanlara kendisi için yaşamaları gereken yüce hedefleri inşa ederek şöyle der: [وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالإِنسَ إِلا لِيَعْبُدُونِ] Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.[61] [قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ هُوَ أَنشَأَكُم مِّنَ الأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُّجِيبٌ] Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i peygamber gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yok. O, sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli (ve buna donanımlı) kıldı. Öyle ise O’ndan bağışlanma dileyin; sonra da O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır ve dualara cevap verendir.[62] [ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلاَئِفَ فِي الأَرْضِ مِن بَعْدِهِم لِنَنظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ] Sonra, nasıl davranacağınızı görelim diye, onların ardından yeryüzünde sizi onların yerine getirdik.[63] İnsan sadece bu dünya için yaratılmamıştır ki, bütün endişe ve kaygısını ona atfetsin, bilakis yeryüzünü abad etmesi ve ahiretine bir tarla olarak işlemesi için halife kılınmıştır, zira yaratıcısı, neler yaptıklarını görmesi için yapmış olduğu amelleri bir bir sayacaktır. Bu tür maddi ve maddiyatta gark olmuş insan, ilahi bir kınamayla kınanmıştır:  [أَيَحْسَبُ الإنسان أَن يُتْرَكَ سُدىً، أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى، ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى، فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى، أَلَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَن يُحْيِيَ الْمَوْتَى] İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder. O dökülen meniden ibaret az bir su değil miydi? Sonra bu, bir “alaka” oldu. Derken Allah onu yaratıp güzelce şekillendirdi. Nihayet ondan da erkek ve dişi iki eşi var etti. Şimdi, bunları yapan Allah’ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?[64] Evet, ey yüceler yücesi Allahım! Sen her şeye kadir olduğun gibi buna da kadirsin. Ancak bu, onu bir amaç ve asıl hedef yapmadan, dünyadan payını almasını engellemez, aksine yüce Allah tebareke ve tealanın rızası olan gerçek hedefe hizmet etme doğrultusunda kullanmasıyla görevlendirir: [وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الآخِرَةَ وَلا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ] “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.”[65] Dolayısıyla dünya mülkünü elde etmede herhangi bir sıkıntı ve kusur yoktur, zira denildiği üzere: الدنيا مزرعة الآخرة Dünya, ahiretin tarlasıdır.[66] Başka bir hadiste de şöyle denilmiştir: الدنيا متجر أولياء الله Dünya Allah dostlarının ticarethanesidir.”[67] Böylece bu dünyada Allah’la, asla zarar edip tükenmeyen bir ticaret yaparlar. 

Dağılmışlık, tafrika ve kopuşlar gibi nitelikler cahiliye döneminin özellikleri arasında bulunmaktadır:  [وَلا تَكُونُوا مِنَ الْمُشْرِكِينَ، مِنَ الَّذِينَ فَرَّقُوا دِينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ] Allah’a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. (Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki (dinî anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir.[68] Bütün bunlar, etrafında toplanılması gereken tek bir eksenin kaybedilmesi, yani Yüce Allah tebareke ve tealanın tevhidinden uzaklaşılması nedeniyledir. Halbuki onurlu Kabe, bunun bir sembolüydü. Evet, yüce Allah’tan uzaklaşan toplum, ilkin devletler ve memleketlere ayrıldı, öyle ki; şu an itibariyle dünyada bulunan resmi ülkelerin sayısı 180’den daha fazladır. İkinci olarak, aynı devlette yaşayanlar ve aynı dine mensup olanlar arasında ırksal ayrılıklarla birçok etnik gruplara ayrılarak tefrikaya düşüldü. Üçüncü olarak, aynı memleketin, aynı etnisitenin ve aynı dininin evlatları bu komünist, şu kapitalist diye fikirsel olarak ayrıldı. Dördüncü ayrılık ise aynı dinin hatta aynı mezhebin mensuplarının ideolojik olarak ayrılmasıdır. Ayrıca her bir grup da kendi arasında farklı grupçuklara ve kesimlere ayrılmakta olup bu minval üzere sürüp gitmektedir. Böylece: [كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ] Her grup kendinde bulunan ile sevinmektedir.[69] Kur’an-ı Kerim bu tür ayrışmaların, ilahi yöntemden uzaklaşmanın birçok sonucundan bir tanesi olduğu konusunda uyarıyor. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

[قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلَى أَن يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِّن فَوْقِكُمْ أَوْ مِن تَحْتِ أَرْجُلِكُمْ أَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذِيقَ بَعْضَكُم بَأْسَ بَعْضٍ انظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الآيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ]

De ki: “O, size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe, ya da sizi grup grup birbirinize düşürmeğe ve kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya gücü yetendir.” Bak, anlasınlar diye, âyetleri değişik biçimlerde nasıl açıklıyoruz.[70] Ve İslam’ın onları bu Kur’an aracılığıyla birleştirip aralarında ittihat sağlamaya geldiğini ifade ederek şöyle buyurmaktadır:

[وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ]

Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.[71]

[وَإِن يُرِيدُواْ أَن يَخْدَعُوكَ فإن حَسْبَكَ اللّهُ هُوَ الَّذِيَ أَيَّدَكَ بِنَصْرِهِ وَبِالْمُؤْمِنِينَ، وَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ لَوْ أَنفَقْتَ مَا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً مَّا أَلَّفَتْ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلَكِنَّ اللّهَ أَلَّفَ بَيْنَهُمْ إِنَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ]

Eğer seni aldatmak isterlerse bilmiş ol ki sana yetecek Allah’tır. O, seni bizzat kendi yardımıyla ve mü’minlerle destekleyen ve onların kalplerini uzlaştırandır. Şayet yeryüzündeki şeyleri tümüyle harcasaydın, sen onların kalplerini uzlaştıramazdın. Fakat, Allah onların arasını uzlaştırdı. Şüphesiz O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.[72]

İslam öncesi cehaletin açık bir özelliği de ölüm korkusu ve ona işaret eden ya da atıfta bulunacak her şeye karşı duyulan korkudur, çünkü onlar ahireti kaybetmiş ve tek hedefleri arzularını ve açgözlülüklerini  tatmin etme olarak belirlemişler:

[قُلْ إِن كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الآَخِرَةُ عِندَ اللّهِ خَالِصَةً مِّن دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُاْ الْمَوْتَ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ، وَلَن يَتَمَنَّوْهُ أَبَداً بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمينَ، وَلَتَجِدَنَّهُمْ أَحْرَصَ النَّاسِ عَلَى حَيَاةٍ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ يَوَدُّ أَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ أَلْفَ سَنَةٍ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِهِ مِنَ الْعَذَابِ أَن يُعَمَّرَ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ]

De ki: “Eğer (iddia ettiğiniz gibi) Allah katındaki ahiret yurdu (cennet) diğer insanlar için değil de, yalnız sizinse ve doğru söyleyenler iseniz haydi ölümü temenni edin!” Fakat kendi elleriyle önceden yaptıkları işler yüzünden ölümü hiçbir zaman temenni edemezler. Allah, o zalimleri hakkıyla bilendir. Andolsun, sen onların, yaşamaya, bütün insanlardan; hatta Allah’a ortak koşanlardan bile daha düşkün olduklarını görürsün. Onların her biri bin yıl yaşamak ister. Hâlbuki uzun yaşamak, onları azaptan kurtaracak değildir. Allah, onların bütün işlediklerini görür.[73]

[قُلْ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ هَادُوا إِن زَعَمْتُمْ أَنَّكُمْ أَوْلِيَاء لِلَّهِ مِن دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ، وَلا يَتَمَنَّوْنَهُ أَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمِينَ]

De ki: “Ey Yahudi akidesini benimseyenler! Bütün insanlar değil de, yalnız kendinizin Allah’ın dostları olduğunu iddia ediyorsanız, (bunda da) samimi iseniz haydi ölümü isteyin!” Ama onlar, daha evvel yaptıklarından dolayı asla ölümü istemezler. Allah, zalimleri hakkıyla bilir.[74]

[فَإِذَا جَاء الْخَوْفُ رَأَيْتَهُمْ يَنظُرُونَ إِلَيْكَ تَدُورُ أَعْيُنُهُمْ كَالَّذِي يُغْشَى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِ]

Korku geldiğinde ise, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş kimse gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün.[75]

[قُلْ إِنَّ الْمَوْتَ الَّذِي تَفِرُّونَ مِنْهُ فإنه مُلاقِيكُمْ ثُمَّ تُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ]

De ki: “Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır. Sonra gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah’a döndürüleceksiniz de, O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.”[76]

[قُل لَّن يَنفَعَكُمُ الْفِرَارُ إِن فَرَرْتُم مِّنَ الْمَوْتِ أَوِ الْقَتْلِ وَإِذًا لا تُمَتَّعُونَ إِلا قَلِيلاً]

De ki: “Eğer siz ölümden ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir. O takdirde bile (hayatın zevklerinden) pek az yararlandırılırsınız.”[77]

[أَيْنَمَا تَكُونُواْ يُدْرِككُّمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُّشَيَّدَةٍ]

Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır.[78]

[قُل لَّوْ كُنتُمْ فِي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذِينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ إِلَى مَضَاجِعِهِمْ]

De ki: “Evlerinizde dahi olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi.[79]

Ölüm korkusuna, ancak iman, salih amel ve yüce Allah tebareke ve tealanın razı olacağı ve kendisine yakınlaştıracağı şekilde ahiretin inşasıyla hazırlanılabilir.

Doğrusu buraya kadar yeterli bir sinyal verdiğimi ve bu yönde yeterince düşünmeye kapı açtığımı hissediyorum, çünkü sosyal hastalıklarımızı tedavi etmenin en önemli adımı hastalığı doğru bir şekilde teşhis etmek ve sonra uygun tedaviyi reçete etmektir.

Saydığımız bu birçok noktanın da gösterdiği üzere günümüzdeki cehalet unvanı ve işaret ettiği kavram, apaçık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Yine yüce Allah’ın kullarına bahşettiği lütuflarının süreklilik arz ettiğini ve sadece bazı kavimlere veya belirli herhangi bir zaman dilimine özel olmadığını öğrendik. Dolayısıyla dünün cehaleti, bugünün cehaletinden daha evla değildir ki; yüce Allah tebareke ve tealanın onlara bir kitap indirerek ve bir elçi göndererek günümüz cehaletiyle de ilgilenmemiş denilsin. Bir muslihe ki; Hüccet b. Hasan’ın (ruhlarımız ona feda olsun) şahsından başkası değildir, ne kadar da ihtiyacımız var! Bizleri cahiliyetin kucağından kurtarıp İslam’ın zirvesine çıkaracak olan Kur’an’a ne kadar da fazla ihtiyaç duymaktayız!



[1]. Tevbe, 31. 

[2]. Kafi, c. 1, s. 53. Taklid babı, h. 1.

Bu önemli Kur'ani terim (ibadet), tatmin edilmelidir, çünkü toplumun zihninde açıklığa kavuşmuş değildir. Bu nedenle de ibadetin, itaat etmekle bir ilgisinin olmadığı, sadece namaz veya secdeden ibaret olduğunu düşünürler. Dolayısıyla ikili ilişkilerinde ve yaşantılarında yüce Allah’ın indirdikleriyle amel etmeseler bile yalnız Allah için namaz kılıp oruç tuttukları müddetçe dinleri ile ilgili herhangi bir şüpheye düşmezler. İşte ibadetle ilgili var olan kuşkuların yok edilmesi gereken tehlikeli anlamı budur. Bundan ötürü de İmam Cevad’tan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: من أصغى إلى ناطق فقد عبده، فإن كان هذا الناطق عن الله فقد عبد الله، وإن كان الناطق ينطق عن لسان إبليس  “Eğer birisi bir konuşmacıyı dinlerse, ona ibadet etmiştir. Eğer bu Allah’ın sözcüsü ise, Allah’a ibadet etmiş, ama eğer konuşan kişi iblisin diliyle konuşuyorsa...” (Tuhefu’l-Ukul, s. 336).

[3]. Alak, 19. 

[4]. Zümer, 3.

[5]. Ali İmran, 64. 

[6]. Ahzap, 67

[7]. Hud, 97. 

[8]. Meryem, 59. 

[9]. Bakara, 170.

[10]. Hac, 3-4. 

[11]. Fetih, 26.

[12]. Kasas, 50.

[13]. Bakara, 165-166. 

[14]. Ankebut, 41. 

[15]. Nur, 39 

[16]. Maide, 50. 

[17]. Er-Resailu’l- Eşere, Şeyh Tusi, s. 317.

[18]. Mümin, 29.

[19]. Ali İmran, 154.

[20]. Kemal’u-z Ziyarat, 201. 

[21]. Enbiya, 28. 

[22]. Biharu’l-Envar, c. 76, s. 136. 

[23]. Zilzal, 7-8. 

[24]. Ahzap, 33. 

[25]. Nisa, 1. 

[26]. Vesailu’ş-Şia, Kitabu’n-Nikah, Ebvab-u Mukaddamatu’n-Nikahi ve Adabihi, b. 28, h. 1.

[27]. Zümer, 65. 

[28]. Hakka, 44-47.

[29]. Biharu’l-Envar, c. 22, s. 467. 

[30]. Hucurat, 13. 

[31]. Yunus, 58. 

[32]. Tekasür, 1-2.

[33]. Sebe, 35. 

[34]. Ali İmran, 14-15. 

[35]. Sebe, 37. 

[36]. Ankebut, 29. 

[37]. A’raf, 85. 

[38]. Muteffifin, 1-3. 

[39]. A’raf, 82. 

[40]. Ali İmran, 154. 

[41]. Kafi, c. 5, s. 59. Bab-u el-Emru bi’l-Marufi ve’n-Nehyu Ani’l-Münkeri.

[42]. Maide, 62-63. 

[43]. Maide, 79-80. 

[44]. Nehcu’l-Belaga, 27. Hutbe. 

[45]. Ali İmran, 110. 

[46]. Hac, 40-41. 

[47]. Ali İmran, 104. 

[48]. Tevbe, 71. 

[49]. Fussilet, 26. 

[50]. Kamer, 2. 

[51]. Bakara, 170. 

[52]. Saffat, 69-70. 

[53]. A’raf, 70. 

[54]. Zuhruf, 22-24. 

[55]. Zuhruf, 23. 

[56]. Kemalu’d-Din ve Tamamu’n-Nimet, s. 409. 

[57]. Kafi, c. 1, s. 337. 

[58]. Kafi, c. 1, s. 196. 

[59]. En’am, 29. 

[60]. Casiye, 24. 

[61]. Zariyat, 56. 

[62]. Hud, 61. 

[63]. Yunus, 14. 

[64]. Kıyamet, 36-40. 

[65]. Kasas,77. 

[66]. Avalu’l-Ali, c. 1, s. 267.

[67]. Mihacu’l-Bera’a Fi Şerh –i Nehcu’l-Belaga, c. 15, s. 203. 

[68]. Rum, 31-32. 

[69]. Müminun, 53. 

[70]. En’am,65. 

[71]. Ali İmran, 103. 

[72]. Enfal, 62-63. 

[73]. Bakara, 94-96. 

[74]. Cumua, 6-7. 

[75]. Ahzap, 19. 

[76]. Cumua, 8. 

[77]. Ahzap, 16. 

[78]. Nisa, 78. 

[79]. Ali İmran, 154.