KUR’AN’DAN UZAKLAŞMA, MÜSLÜMANLARIN GERİLEMESİNİN NEDENİ
KUR’AN’DAN UZAKLAŞMA, MÜSLÜMANLARIN GERİLEMESİNİN NEDENİ
Doğrusu bahsi geçen şikayetleri haber veren hadisin seçilmesi, rastlantısal olmadığı gibi, entelektüel bir lüks olsun diye de değildir. Daha ziyade Müslümanların gerçekliklerini analiz eden ve koşullarının kötüleşmesine sebebiyet veren durumu doğru bir öngörü ve yerinde bir bakışla analiz eden bir düşüncenin eseridir. Zira Müslümanlar, ölüm fermanlarını altın bir tabakta kendi düşmanları olan iblis, kötülüğü emreden nefs-i emmare ve bütün gayretini Müslümanlar ile onların izzet, şeref ve haysiyetlerinin nişanesi olan Kur’an-ı Kerim arasında bir uçurum meydana getirmeye sarf ederek iblis ve nefs-i emmarenin maşası hükmündeki emperyalist güçlere[1] hediye etmekteler. Böylece Müslümanlar Kur’an karşı yabancılaşmıştır. İşte bundan ötürü bu hadisi seçmem kalbime hutur etti.
Evet, ümmetin gerileyerek düşüşe geçmesi ve bu düşüşün neden olduğu zayıflık ve bölünmelerin temel sebebi, yüce Allah tebareke ve tealanın sapasağlam ipi olan Kur’an’dan yüz çevirmelerinden ötürüdür. Halbuki yüce Allah, ona sımsıkı tutunmalarını emretmişti. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْ
Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.[2]
Allah Resülü (s.a.a) de bu sağlam ipin ne olduğunu beyan ederek şöyle buyurmuştu:
وإني مخلف فيكم الثقلين: الثقل الأكبر القرآن والثقل الأصغر عترتي أهل بيتي هما حبل الله ممدود بينكم وبين الله عز وجل ما إن تمسكتم به لم تضلوا، سبب منه بيد الله وسبب بأيديكم . . .
“Ben size iki değerli emanet (sekaleyn) bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyük olup bereket ve etkisi gökten yere kadar uzanan büyük ağırlık Allah’ın kitabı, diğeri ise küçük ağırlık olan Itret’im Ehlibeyt’imdir. Her ikisi, sizinle Allah azze ve celle arasında var olan Allah’ın sapasağlam ipidirler. Eğer ona tutunursanız asla sapkınlığa düşmezsiniz. Bunun bir ucu Allah’ın elinde, diğer ucu ise sizin ellerinizdedir… ”[3]
Pak Itrat’tan (a.s) Yüz Çeviren, Kur’an’a Temessük Etmemiştir
Fakat ümmet tertemiz Ehlibet’i (a.s), yüce Allah’ın, kendilerine vermiş olduğu makamdan uzaklaştırmalarıyla birlikte Allah’ın Kitabı’nı terk edip uzaklaştırlar. Zira Allah’ın Kitabı ile tertemiz Ehlibeyt (a.s) arasında ikilik veya ayrılık mümkün değildir. Ama ümmet yüce Allah’ın şu buyruğuna muhalefet ederek böyle bir işe kalkıştı:
[وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَاء وَيَخْتَارُ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ]
Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur.[4]
Bu fitne – Kur’an ve onun natıkını birbirinden ayırma çabası – çok eski bir durumdur. Müminlerin Emiri’nin (a.s) tahkime ve Kur’an’ın hakem olarak tayin edilmesine mecbur bırakılması gibi, kendisinin de mubtela olduğu bir durumdur. O sırada Müminlerin Emiri (a.s) şöyle buyurmuştu:
هذا القرآن إنما هو خط مستور بين الدفتين لا ينطق بلسان ولا بد له من ترجمان وإنما ينطق عنه الرجال
Doğrusu bu Kur’an, iki kapak arasında yazılmış olan satırlardan ibaret olup dile gelip konuşamaz. Bilakis kendisine bir tercuman gereklidir. Onu konuşturanlar insanlardır.[5]
Dolayısıyla Kur’an ve Itrat (a.s) birbirlerinden ayrılamayan bir bütündür. Biri olmadan diğerine sarılmak mümkün değildir, çünkü Ehlibeyt, (a.s) yüce Allah’a varmanın yegane kapısıdır ve Allah, evlere kapılarından girmemizi emretmiştir.
Bizim dışımızdakilerin Kur'an'a bizden daha fazla önem verdikleri iddiası, kesinlikle yanlıştır. Evet, harflerinin çıkışlarına, müzik derecesinde seslerini güzelleştirerek güzel tonlamalarla okumalarına ve bazıları şerii hükümlere aykırı olarak kendileri tarafından konulan tecvit kurallarına uyma konularında Kur’an’a önem veriyorlar. Fakat bu tür önemsemelerin tümü kabuksal ve yüzeysel önemsemelerdir. Önemli olan içeriği ve muhtevayı anlamak ve onunla amel etmektir, çünkü söz ve lafızlar birer kabuktur, anlam ise o kabuğun çekirdeği ve özdür. Konuşan kişi kelimenin bizatihi lafzını murat etmez, daha ziyade onu anlam için bir kap ve alıcıya iletmek için bir vesile olarak alır. Evet, konuşanın asıl ve hakiki muradı, anlamdır.
Anlamlarını kaybederek Kur’an lafızları ve harfleri konusunda ağız kalabalığı yapanların kötünlenmesi ile ilgili birçok hadis rivayet edilmiştir. Meşhur bir hadiste şöyle gelmiştir:
كم من قارئ للقرآن والقرآن يلعنه
Kur’an tarafından lanetlenen ne kadar da çok Kur’an okuyucusu bulunmaktadır![6]
Doğrusu Kur’an, bu tür kişilere hasımlık eder, zira onun içeriğiyle amel etmekmekteler. Ebu Cafer’den (a.s) rivayet edilen bir hadiste şöyle buyurur:
قرّاء القرآن ثلاثة: رجل قرأ القرآن فاتخذه بضاعة واستدر به الملوك واستطال به على الناس فذاك من أهل النار، ورجل قرأ القرآن فحفظ حروفه وضيع حدوده فذاك من أهل النار، ورجل قرأ القرآن فوضع دواء القرآن على داء قلبه فأسهر به ليله وأظمأ به نهاره وقام به في مساجده وتجافى به عن فرشه فبأولئك يدفع الله العزيز الجبار البلاء، وبأولئك يديل الله من الأعداء-أي ينصرهم على الأعداء- وبأولئك ينزل الله الغيث من السماء فوالله هؤلاء قراء القرآن أعز من الكبريت الأحمر
Kur’an okuyucuları üç kısma ayrılır: Birinci grup; Kur’an okuma karşılığında dünya malını elde eden, yaptığı kıraatla yöneticileri sağan ve insanlara karşı üstünlük taslayanlar, bunlar ateş ehlidir. İkinci grup; Kur’an okuyup harflerini ve lafızlarını koruduğu halde Kur’an’ın hududunu gözetmeyenler, bunlar da ateş ehlidir. Üçüncü grup ise; Kur’an okuyan, Kur’an’dan aldığı ilacı, kalbindeki hastalığa süren, gecesini Kur’an’la seherleyen, gündüzünü ona susayarak geçiren, mescitlerde onu yaşatan ve geceleyin onu tilavet etmek için yatağından kalkanlar. İşte Aziz ve Cebbar olan Allah bunlar sayesinde belalarını defeder, bunlar sayesinde düşmana karşı yardımda bulunur ve bunların yüzüsuyu hürmetine göklerden yağmur yağdırır. Allah’a yemin olsun ki; bu tür Kur’an okuyucuları, kırmızı kibritten daha az bulunur![7]
İmam Hasan’dan (a.s) gelen rivayette ise şöyle nakletmiştir:
وإن أحق الناس بالقرآن من عمل به وإن لم يحفظه وأبعدهم منه من لم يعمل به وإن كان يقرأه
Ezberlememiş bile olsa Kur’an’a en layık olan kimse, onunla amel eden kişidir. Kur’an karii olsa bile Kur’an’a en uzak olan kişi, onunla amel etmeyen kimsedir.[8]
Bundan da anlaşıldığı üzere, Kur’an ve Ehlibeyti (a.s) ayırma, böylece Kur’an’ın içerik ve muhtevasını boşaltma ve sadece sözlerine dikkat çekmeye yönelik planın çok eski olduğu anlaşılmaktadır. Zaten Masumlar (a.s) çok önceden konuyla alakalı gerekli uyarılarda bulunmuştu. Yüce Allah’ın şu buyruğunu: وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَاء وَيَخْتَارُ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ (Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur.)[9] okudukları ve Allah tebareke ve tealanın kendileri için seçtiğinden yüz çevirip başkalarını önceledikleri halde Kur’an’a önem verdiklerini nasıl iddia edebilirler?! Halbuki yüce Allah bu işin tümünü bir kefeye, İslam risaletinin tümünü de diğer bir kefeye koymuştur:
[يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ واللهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ]
Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur.[10]
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
[قُل لا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْراً إِلا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى]
De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.”[11]
Bu ayeti en gür sesleriyle okudukları halde Peygamber’in Ehlibeytine (a.s) düşman olanları öncü olarak belirleyenler ve her koşul ve şartlarda onlara tabi olanlar, Kur’an’a tabi olduklarını nasıl söyleyebilirler?! Eğer Allah’ın Kitabı’ndan azıcık da anlamış olsalardı, yukarıdaki ayeti, yüce Allah’ın şu buyruğuyla bir araya getireceklerdi:
[قُلْ مَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِلا مَن شَاء أَن يَتَّخِذَ إِلَى رَبِّهِ سَبِيلاً]
De ki: “Ben buna karşılık sizden dileyen kimsenin, Rabbine giden yolu tutmasından başka herhangi bir ücret istemiyorum.”[12]
Böylece yüce Allah’ın, uyulması gerek yol olarak belirlediği yolun, Ehlibeyt (a.s) olduğu hakikatini anlayacaklardı:
[وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيماً فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ]
İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.[13]
İmam Bakır (a.s) da yukarıdaki ayeti bu şekilde tefsir ederek şöyle buyurmuştur:
نحن السبيل فمن أبى هذه السبل فقد كفر
O yol, biziz. Bu yoldan yüz çeviren, küfre girmiştir.[14]
“Bize Allah’ın Kitabı yeter (حسبنا كتاب الله)” sözü ve her şey için Kur’an’dan kanıt isteyip günümüze değin tekrarlanan nakarata ve bu nakaratı terennüm edenlere, kendisiyle batıl murad edilen hak söz olduğunu söylemiyorum, bilakis kendisiyle batılın murad edildiği batıl bir sözdür diyorum. Bu sözün sahipleri bununla İslam’ın temelini yok edip kökten bozmak istiyorlar, zira Kur’an’la iktifa etmek– iddia ettikleri üzere – demek, Allah Resülü’nden (s.a.a) istiğna etmek demektir. Bu da, şeriatın bütün tafsilatına dair cehaletin ta dibinde olmak anlamındadır. Çünkü Allah Resülü (s.a.a) ve onun Al’inden olan Masum İmamlar (a.s), Kur’an’dan sorumlu olup onun ahkamını beyan edenlerdir.
Şimdi günümüzde var olan tüm bu bilimler elinizin altında olduğu halde onları, sırlarına vakıf olan ve kodlarını deşifre eden uzmanlardan almadan doktor veya mühendis olabilir misiniz? Peki, [تِبْيَاناً لِّكُلِّ شَيْءٍ] (Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama…),[15] [مَّا فَرَّطْنَا فِي الكِتَابِ مِن شَيْءٍ] (Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.)[16] içinde tüm zamanlar için beşerin bütün iyiliğini bulunduran Kur’an hakkında nasıl bir gerekçe sunabilirsiniz?! [مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ] (Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz!).[17] Allah Resülü (s.a.a) şu buyruğuyla bu tehlikeye işaret etmişti:
لا ألفين أحدكم متكئاً على أريكته يأتيه الأمر من أمري مما أمرت به أو نهيت عنه فيقول: لا ندري ما وجدنا في كتاب الله اتبعناه.
“Sizden biri kanepesine yaslanarak emrettiğim veya yasakladığım bir şey kendisine geldiğinde şöyle demeye alışmasın: Bilmiyoruz, Allah’ın Kitabından böyle bir şey görmedik ki kendisine uyalım.”[18]
Ancak yüce Allah’ın düşmanları ve şeytan'ın takipçileri, Kur’an'ın bu ümmeti sapmalardan ve yoldan çıkmalardan muhafaza eden bir kale ve Ehlibeyt’in (a.s) de onun koruyucuları olduğunu biliyorlardı. Bundan dolayı da onları ümmetten uzaklaştırmak için plan yaptılar. Böylece ümmet çobansız ve kale korumasız kaldı, düşmanların ve ümmete kin besleyenlerin elinde kolay bir av haline geldi. Bu yüzden de en basit şüpheyle sarsıldığını ve ilk fitnede düştüğünü ve ilk testle çöktüğünü görüyorsun. “Bu, Kur'an ilimlerinde ve kendisine dayatılan düşünme ve düşünmeye sevk eden yolda ortaya çıkan en büyük çentiktir. Bu durumu belirten tanıklardan biri, Onlardan (a.s) aktarılan hadislerin azlığıdır. Halifeler döneminde hadis ilimlerinin sahip olduğu makam ve haiz oldukları önemi, insanların bu ilimleri elde etmek için göstermiş oldukları aşırı ilgi ve hırsı göz önünde bulundurduğumuzda ve daha sonra Ali (a.s), Hasan ve Hüseyin’den (a.s) konuyla alakalı rivayetleri saydığımızda özellikle de Kur’an tefsiriyle ilgili onlardan aktarılanlara baktığımızda hayretler içinde kalıyoruz: Sahabeler, Ali’den (a.s) değerlendirmeye alınabilecek sayıda hadis rivayet etmemişlerdir. Tabiinlere gelince Kur’an’ın tümüyle alakalı olarak Ali’den (a.s) rivayet ettikleri hadislerin sayısı – eğer sayılırsa – yüz hadise bile varmaz. Hasan’dan (a.s) rivayet ettiklerinin sayısı da on taneyi bulmaz. Hüseyin’den ise değerlendirmeye alınacak tek bir hadis aktarmamışlardır. Halbuki bazıları (Suyuti, el-İtkan kitabında zikretmiş) sadece cumhur yoluyla tefsirle ilgili rivayet edilen hadislerin sayısının yedi bin olduğunu söylemişlerdir. Aynı durum fıkıhla ilgili rivayetler için de geçerlidir.”[19]
İşte Ehlibeytin (a.s), yüce Allah'ın kendilerine irade ettiği rollerini yerine getirmekten alıkonmaları sonucunda Kur’an'ın karşı karşıya kaldığı kaybı:
1) Sadece onların (a.s) anlayacakları Kitap’tan anlaşılamayan birçok gerçek bilimin yok olması
2) Kur’an-ı Kerim’in, birey ve toplumun reform ve ıslahındaki rolünü yerine getirmekten geri durması, çünkü Kur’an ve Ehlibeyt (a.s), birbirlerinden ayrılamayan bir bütündür ve Kur’an, ancak Ehlibeyt’in (a.s) eliyle ümmetin yaşamında aktif olabilir.
3) Kur’an’ın, oyun peşinde olanlar, heva ve heves peşinde koşanlar ve kişisel garazı bulunanların belki de düşmanlık edenlerin elinde bir av haline gelmesi. Hatta Hariciler dahi herkes kendi yorumu için Kur’an’dan gerekçeler sunmaktadır. Hariciler tahkim/hakem olayından sonra İbni Abbas ile aralarında meydana gelen konuşmada iddialarını Kur’an’dan getirdikleri kanıtlarla gerekçelendiriyorlardı. Ama İmam Ali (a.s) İbni Abbas’ı Kur’an’dan kanıt getirerek meseleleri gerekçelendirmesine engel olarak ona Kur’an’ın (حمّال ذو وجوه) çift yönlü[20] olduğunu ifade etti. Böylece Kur’an’ın hakiki anlamları, onlara karşı uyardığı yorumlara kurban gitti:
[فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ]
Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler.
Ama bunun yanıtını Kur’an hemen sonrasında vermektedir:
[وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ]
Oysa onun gerçek manasını ancak Allah ve İlimde derinleşmiş olanlar...[21]
İlimde derinleşmiş olanların en bariz örnekleri Ehlibeyt’in (a.s) kendisidir.
4) Ümmetin dağılışı, kayboluşu ve parçalanması. Çünkü Allah Resulü'nün (s.a.a) yüce Allah’ın şu ayetine: [وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْ] (Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.) yapmış olduğu yorumda ümmetin korunağı ve birleştirici ekseninin Kur'an ve Ehlibeyt (a.s) olduğunu söyleyerek şöyle buyurmuştur: “إنهم الكتاب والعترة Onlar Kur’an ve Ehlibeyttir. Ve Hz. Zehra (s.a) Allah Resülü’nün (s.a.a) mescidinde vermiş olduğu hutbesinde söz konusu bu korunmayı şöyle tabir etmiştir: “وجعل إمامتنا نظاما للملة ve bizim imametimizi ümmetin düzeni kılmıştır.[22] Yani, işler onlarla organize olup yerleşik bir hal alır. Dolayısıyla Ehlibeyt’ten (a.s) uzaklaşmalarının bir sonucu olarak kendilerine tasallut olan ve ekin ve nesli yok etmek için bizzat Kur’an’ın avantajlarını kullanan heva ve heves kullarının elleriyle imha edilmeleri oldu. Sultanların vaizleri ve onların gölgesinden nemalanarak yapmış oldukları kötü fiiliyatlarına fetvalar bulanların konuyla ilgili çabaları da az değildir. Yüce Allah’ın şu buyruğuna mukabil:
[أَطِيعُواْ اللهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ]
Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de.[23]
Evet, maalesef bahsi geçen kafir ve fasıkları, Müslümanların işlerinin başına getirdiler.
[1]. Emperyalizm; siyasi, askeri, bilimsel ve ekonomik güçlere dayanarak insanı, büyük insan sistemlerinden - yani halklara, hükümetlere ve ülkelere - baskı yaparak, onları aşağılayıcı ve keyfi bir şekilde kontrol etmek için ayrımcı ve ayrıcı bir bakış açısına dayanan güçler grubuna denilir. Böylece işlerine müdahale eder ve servetini genişletir, hükümetleriyle güç ve iktidar mantığıyla muamelede bulunur, insanları ezer ve kültürlerine, göreneklerine ve geleneklerine hakaret ederek aşağılar.
[2]. Ali İmran, 103.
[3]. Biharu’l-Envar, c. 92, s. 102.
[4]. Kasas, 68.
[5]. Nehcu’l-Belaga, h. 125.
[6]. Mustedreku’l-Vesail, Kitabu’s Salat, Ebvab-u Kiraati’l-Kur’an, b. 7, h. 7.
[7]. Hisal, 142.
[8]. Irşadu’l-Kulup, 79.
[9]. Kasas, 68.
[10]. Maide, 67.
[11]. Şura, 23.
[12]. Furkan, 57.
[13]. En’am, 153.
[14]. Biharu’l-Envar, c. 24, s. 13. Bab-ı, أنهم عليهم السلام السبيل والصراط وهم وشيعتهم (onlar (Allah’ın salamı üzerlerine olsun) yol ve tariktirler. Onlar ve şiası).
[15]. Nahl, 89.
[16]. En’am, 38.
[17]. Saffat, 154.
[18]. Al-Mizan Fi Tefsiri’l- Kur’an, c. 3, Ali İmran suresinin 28-32 ayetleriyle ilgili rivayetler konusu. Bu rivayet, Amme’nin ravilerinden olan Ahmed, Ebu Davut, Tirmizi, İbni Mace, İbni Hubban ve diğerleri tarafından nakledilmiştir.
[19]. El-Mizan Fi Tefsiri’l- Kur’an, c. 5, Ali İmran suresinin 15-19 ayetleriyle ilgili tarihsel konu bölümünde.
[20]. Biharu’l-Envar, c. 2, s. 245.
[21]. Ali İmran, 7.
[22]. Keşfu’l-Gumme, c. 2, s. 110.
[23]. Nisa, 59.