İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik) - Peygamber Yusuf’un (a.s) İffetinden Bir Ders

| |defa okundu : 810
  • Post on Facebook
  • Share on WhatsApp
  • Share on Telegram
  • Twitter
  • Tumblr
  • Share on Pinterest
  • Share on Instagram
  • pdf
  • Çıktı al
  • save

Yüce Allah’ın Adıyla

İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik).[1] (Yusuf/24)

Peygamber Yusuf’un (a.s) İffetinden Bir Ders

Doğru sözlü yüce peygamber Yusuf’un (a.s) kıssası Kur'an-ı Kerim’in ele aldığı şekliyle bilinmektedir. Bu cümleden olmak üzere Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlâslı kullarımızdandı.” (Yusuf/24). Ayet, Mısır Azizi’nin karısının entrikaları ve zina suçu anlamına gelen kötülükten Yusuf’u kurtarmanın ardından gelmiştir. Kötü olan ise fiili işlemeden günaha meyletmektir. Bu uzaklaştırma, bir başka mevzuda Yusuf’un (a.s) yapmış olduğu bir duaya isticabet sayesinde gerçekleşmiştir. “(Yusuf:) Rabbim! Bana zinadan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum! dedi. Rabbi onun duasını kabul etti ve onların hilesini uzaklaştırdı. Çünkü O çok iyi işiten, pek iyi bilendir.” (Yusuf/33-34).

Bu durumun bilinen ifadesi, “İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için” şeklinde olmuştur. Çünkü itaatsizlik ve suç koşulları mevcuttu ve ortadan kalkmamıştı.Ancak Yüce Allah onu bu günahtan vazgeçirdi ve bunun vuku bulmasından onu korudu. Bu korunmuşluk/masumiyet, ilahi kalkanlardan ve büyük nimetlerdendir. Bununla birlikte, Kur'an-ı Kerim, bundan daha yüksek bir durum tanımlaması yapmış ve Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için” yani, itaatsizlik koşullarına ve günaha bulaşmaya maruz kalmamışcasına onu günah ikliminden, öncüllerinden ve nedenlerinden ayırdık, söylenmek istenmektedir. Çünkü o başka bir dünyada ve yüzeyde görülen bu itaatsizlik dünyasından başka bir atmosferde yaşamıştır, ama biz bunu bir yüce durum olarak nitelendirdik. Çünkü burada asla bir günaha yöneliş bulunmuyor, kaçınmak için kötü bir şey yok. Ondan vazgeçirilmesi, insanın orada kaçınacağı kötü bir şey bulamayışı açısındandır.

Bu, özellikle peygamber Yusuf’un (a.s) durumu bağlamında olaydan etkilenmenin mümkün olmadığı ve düşünülemezmiş gibi tamamen ortadan kaldırılmasıdır. “Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve "Haydi gel!" dedi. O da" (Hâşâ), Allah'a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!" dedi.” (Yusuf/23). Bu nedenle, Hz. Yusuf’un (a.s)masumluğuna/ yanılmazlığına inanan bazı yorumcular, “Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti” (Yusuf/24) ayetindeki meyil bağlamında, bu gibi durumlara maruz kalanlar için doğal içgüdüsel eğilim[2] yorumlamasını yapmışlardır. Başka bir deyişle, peygamberler de insan olması hasebiyle[3] içgüdüleri, arzuları ve eğilimleri olan insanlar olduğu için aç bir insanın otomatik olarak yiyeceklere eğilim göstermesi gibi doğal ve istemsiz olarak içgüdüleri bir eğilim gösterir. Fakat Yusuf (a.s) kendini kontrol etti ve yüz çevirdi. Nefsî eğilimini teşebbüs seviyesine yükseltmedi, ne eyleme ve ne eylemi yapmaya teveccüh etti. Çünkü ayet-i kerimede de belirtildiği üzere rabbinin delilini gördü. Meylin bu miktarda yorumlanması masumiyet ile çelişmez.

        Lakin bu tefsir bazı yönlerden doğru değildir:

1-     Çünkü meyletme yalnızca doğal bir nefsî eğilime denmez. Bilakis bu, eyleme kasıt ve ona teşebbüs etmektir.  Dayakla ilgilenen birinin diğer tarafa yönelmesi ve harekete hazırlanması gibi, meyletmede onu açığa çıkaran bir kasıt vardır. Bunların hiçbiri, Hz. Yusuf'a (a.s) atfedilemez. Daha önce sözleri aktarılanlar gibi el-Mizan da şöyle demektedir: (Meyletme onu açık eden bazı davranışlarla beraber eyleme kastetme, istenen eyleme doğru hareket etmektir. Yahut bir insana dayak atmak isteyen kimsenin ona doğru kalkması gibi bazı öncüllere başlamasıdır. Ama salt doğanın meyli ve şehvet yetisinin kalkışması, meyletme olarak adlandırılamaz. Elbette meyletmek, sözlükte yerilen bir anlam taşır ve yüce bir peygamberin bu eylemi yapması yakışır değildir. Doğa/içgüdü, her  ne kadar yükümlülük dışı olması nedeniyle yerilen bir şey olmasa da meyletme olarak adlandırılmaz.) Burada meyletme hakkında söylenen manalar, mecaz ve iğmaz babındandır. Nitekim Tabersi, Mecme’ul-Beyan’da bunu itiraf ederek Hz. Yusuf’u (a.s) masumiyetini lekeleyecek şeyden tenzih etmiştir. Başka bir deyişle, meyletmenin doğal bir eğilim olarak yorumlanması, onun kadına yönelmesi hakkında söylenenler ile farklı olup zahire aykırıdır. Buna ancak delil ile ulaşılabilir.

2-     Meyletme, hangi manada olursa olsun Hz. Yusuf (a.s) tarafından gerçekleşmemiştir. Dolayısıyla Hz. Yusuf’un (a.s) masumiyetine uygun şekilde yorumlama konusunda içtihat etmeye gerek yoktur. Çünkü Yusuf (a.s), rabbinin delilini görmüş ve ona meyletmemiştir. Lakin “levla”nın/olmasaydı sonucu kendisinden önce gelmiş ve ayette takdim ve te’hir gerçekleşmiştir. Aynı şu ayetteki gibi: “Eğer biz, (vâdimize) inananlardan olması için onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse işi meydana çıkaracaktı.” (Kasas/10).

Bazı dilbilgisi uzmanları, bu hususu eleştirmiştir. Çünkü onlar (Arapça’da) “İn’in şartı” ile kıyaslayarak “levla/olmasaydı”nın sonucunun kendisinden önce gelmesini yasaklamışlardır. Çünkü o şartın bir edatıdır. Onların dilbilgisi kaidelerine bağlılıklarından kaynaklanan bu çıkarımları, kendilerini bu yanlışa düşürmüştür. Buna ek olarak bazılarının israiliyat kaynaklı ve benzeri yalan rivayetlere sarılmaları da işin cabası olmuştur. Lakin Kur’an-ı Kerim, Arapça dil kurallarına egemendir. Çünkü Arapça’nın kaynağı, kılavuzudur. Bunun tersi doğru değildir. Nitekim İmam Rıza’dan (a.s) ayeti bu manada tefsir eden Şeyh Saduk’un el-Uyun’da zikrettiği bir rivayet nakledilmiştir: “Memun sorar: Peygamberler masumdur sözü sana ait değil midir ey Allah Resulü’nün evladı? İmam evet, der. Memun: O halde yüce Allah’ın “Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti” ayetini açıklar mısın, der. İmam (a.s) şöyle buyurur: Kadın ona meyletti ve eğer Rabbinin delilini görmeseydi, o da ona meylederdi. Lakin o masumdu ve masum günaha meyletmez ve gerçekleştirmez.[4] 

       İkinci meyletmenin gerçekleşmediği[5] ve onun levla/olmasaydı sözcüğünün  cevabı/sonucu olduğunun delili şudur:

A-    İki meyletmenin ayrı gelmesi, ikincisinin levla’nın sonucu/yanıtı olmasındandır. Eğer meyletme Yusuf’dan gelseydi, onların ayrı kılınmasına gerek olmayacaktı. Sonucun/yanıtın önce gelmesi, bizim söylediğimiz şu durumun tasviridir: Yüce Allah’ın lütfu olmasaydı, meyletmenin gereği tam ve yetkindi. Bu, iki meyletme etrafındaki beyanın tatlılığındaki ifadeyle belirtilmiştir.

B-    Eğer “O da kadına meyletti” cümlesi, levla/olmasaydı’nın cevap/sonucu olmasa, “levla” cevapsız kalır. Eğer takdir edilmiş/gizlenmiş cevabın önde gelen şeyi açıkladığı söylenirse, takdirin ilkeye aykırı olduğunu ve cevabın takdirinin de çelişkiye yol açacağını söyleriz. Çünkü önceki “o da kadına meyletti” cümlesi, meyletmeyi kanıtlar ve levla’nın  cevabındaki takdiri ise onu reddeder. Dolayısıyla Seyid Tabatabai ve diğerlerinin bu dilbilgisi kuralını koruyarak sıddık olan Hz. Yusuf’tan (a.s) meyletme manasını dışlamaya yönelik çabası tartışılırdır. Buna göre, levla/olmasaydı’nın cevabı, kendisinden sonra gelmiş ama önceki sözün (o da kadına meyletti) kendisine delalet etmesi nedeniyle silinmiştir. Böylece önceki cümle (o da kadına meyletti), onun cevabı değil, bilakis önceki cümlenin başında yer alan “yemin lam’ına” atfedililmiş bir yemin etmedir.[6] Başka bir ifadeyle “kadın ona meyletti” cümlesi, cevap/sonuç manasında olup onunla cevabın zikredilmesine gerek kalmamıştır. Bu, şu söz gibidir: “Allah’a yemin ederim ki andolsun eğer beni vurursa onu vururum, yani Allah’a yemin olsun ki eğer beni vurursa onu vururum.” “Eğer  Yusuf (a.s) delili görmeseydi, suç işleme ve cima etmeksizin meyletme ve yakınlaşma olurdu.”[7] Buna ek olarak, burada hangi manada olursa olsun Yusuf’un (a.s) meyletmesinin hasıl olduğuna bir itiraf vardır. Oysaki varsayılan bunun reddedilmesidir. 

3-        Ayetin açıkladığımız üzere bir takdim ve te’hir olarak anlaşılması, ayeti yorumlamamızla tutarlıdır. Dolayısıyla, doğal içgüdüsel miktardaki nefsî eğilim bile, vücudundaki biyolojik, psikolojik veya fizyolojik bir eksiklikten dolayı değil, en az iki şeyden dolayı gerçekleşmedi:

A-      Çünkü Yusuf (a.s) Rabbinin sevgisinde erimiş ve yüce Allah dışında ne önündeki kadını ve ne de bir başkasını görmüştür. Hz. Yusuf'un (a.s) Rabbine olan aşkı ve O’nda erimesi, kadınların Yusuf’un (a.s) güzelliğine bakıp sersemlemesi ve ellerini kesmesi ile karşılaştırılamaz. Yusuf (a.s) kadınlara bakıp kendinden geçerek Rabbini unutmaktan münezzehtir. O bütün sebepleri hatta nefsini unuttu ve “ben senden Allah’a sığınıyorum” veya bu mealde herhangi bir şey söylemedi. Sadece “maazallah” dedi. Yusuf’un (a.s) bu sözü ile Ruh Meryem’e (a.s) güzel bir insan suretinde göründüğünde onun “Senden, çok esirgeyici olan Allah'a sığınırım! Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen (bana dokunma).” Diye söylediği söz arasında ne kadar fark vardır![8] Yusuf (a.s) Rabbinin sevgisinde eridi, kendini muhlis kıldı ve arıttı. Kalbinde sevgilisi dışında bir başkasına yer bırakmadı. Yusuf (a.s) Rabbi ve varlığıyla halvet etti. O’nun cemal ve celalini müşahade etti. Kozmik nedenler, onun gözünde zahiri etkiden yoksun kaldı.[9]

B-      İçgüdüler ve arzular şeytan'ın süslemesiyle etki eder. Şeytanın dekore etme kabiliyeti alındığında, bu arzular insan ruhunda olmasına rağmen uyandırılmak için asıl nedeni yitirirler. Şeytan muhlis kılınmış kimselere karşı bir şey yapamayacağını ve onları kandırmaya güç yetiremeyeceğini itiraf etmiştir. Yüce Allah bunu şöyle betimlemiştir: “İblis: "Öyle ise izzet ve şerefine yemin ederim ki, ben onların hepsini mutlaka aldatır, saptırırım. Ancak içlerinden ihlas ile seçilmiş has kulların müstesna" dedi.” (Sad/82-83). Yüce Allah bahse konu ayette Yusuf’tan (a.s) bahsederken “şüphesiz o muhlis kılınmış kullarımızdandı” (Yusuf/24) diye buyurmaktadır.

       Aç insanın korku, kaygı ve sevdiği kişiyle meşgul olma gibi engelliyicilerin bulunduğu yerde yiyeceğe meyletmemesi gibi, Rabbinin kanıtından ibaret olan engelleyicilerin varlığına ek olarak, içgüdülerde de hareket ettirici bir etken bulunur. Şehvet ancak bu etkenin varlığıyla harekete geçer. Bu da süsleme/dekorasyon ve engelliyicinin olmamasıdır. Burada her iki şart da yoktur.

       İsteklerin ve baştan çıkarmaların baskısı karşısında bu bağışıklığın nasıl elde edileceğine, tümüyle esaretten ve uçuruma düşmekten ve de etkisinden nasıl kurtulabileceğine gelince Hz. Yusuf’un (a.s) açıkça dile getirdiği bir takım hususlara dikkat etmek gereklidir: “Yusuf: "Allah'a sığınırım! Muhakkak ki, o (kocan), benim efendim, bana çok güzel baktı. Doğrusu zalimler hiç iflah olmazlar" dedi.” (Yusuf/23). Bu tamamlayıcı bir unsurdur. Çünkü peygamber masumdur. Bundan dolayı hadis-i şerifte “Rabbin delili, peygamberliktir”[10] diye buyrulmuştur.

A-    Yüce Allah’ın huzurunda olduğuna dair kesin bir inanç, O’ndan yardım istemek ve O’nun yenilmez kalesine sığınmak gerekir. İnsan kendi başına zor olan bir yana kolay imtahanlardan bile geçmekten acizdir. Lakin gücü, yardımı ve masumiyeti yüce Allah’tan alır. Allah dışında bir yardımcı ve güç yoktur. Müminlerin Önderi Ali (a.s) Sabah Duası’nda şöyle buyurur: “Eğer şeytanın benim ile savaşında yardımından yoksun olursam ben acı ve ümitsizliğe düçar olurum.”

B-    İnsan yüce Allah’ın kulu ve mülkü olduğuna, O’nun tarafından yönlendirildiğine ve Rabbinin kendisinden istediği şey dışında bir şeye sahip olmadığına kesin inanmalıdır. “Yusuf (a.s) bana emrettiklerini yapmayacağım demedi, buna bulaşmayacağım diye söylemedi. Aynı şekilde senden Allah’a sığınırım ve benzeri bir şey demedi. Çünkü yardım ve güç iddiasında bulunmaktan kaçındı ve şirk ile cahilliğe karışmaktan sakındı.”[11]

C-    Allah’ın yüce ve ölçülemez nimetlerine, özenine ve sürekli merhametli yetiştiriciliğine dikkat edilmelidir. “Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı.” (Yusuf/23). Yusuf (a.s) babası Hz. Yakub’un (a.s) evinde doğdu ve büyüdü. Allah onu İbrahim ve İshak'ın (a.s)  soyundan kıldı ve acımasız, ve kıskanç kardeşleri ve zindandan onu kurtardı ve Mısır'a götürdü. Mısır Azizi’nin yanına yerleştirdi. Allah ona sayılamayacak ve hesap edilemeyecek kadar ilim ve hikmet bahşetti. “Yusuf (a.s) Rabbinin gizli lütuflarını müşahade edip O’nu özümseme duygusuyla doluydu. O kendisini Allah’ın velayeti altında O’nun güzel işçiliğinde hapsolmuş görüyordu. Sadece iyilikle karşılık verir ve sadece güzelce yüzleşirdi.”[12]

D-    Günaha bulaşmanın bu dünyada ve ahiretteki kötü sonuçları hatırlatılmalıdır. “Şüphesiz zalimler kurtuluşa ermez.” Bu eylem (Yusuf’un) Rabbine zulüm, kendisine zulüm ve kendisini onurlandıran Mısır Azizi’ne zulüm sayılacaktı.

       Hz. Yusuf’un (a.s) vicdanında mevcut olan ve temiz kalbinde açıkça görülen bu şeyler, benliğini net ve parlak bir şekilde aydınlatan Rabbinin burhanıdır. -Burhan (Arapça’da) “berihe yebrehu” kökünden türeyip beyazın herhangi bir lekeye düçar olmaması durumunda kullanılır ve istenene açıkça delalet eden her sağlam güçlü delile denir.- Yusuf’un (a.s) nefsi günaha bakmadı, günahın vuku bulmasından öteye ona meyletmedi bile. “Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti.” Eğer Yusuf (a.s) Rabbinin burhanı/deliline sahip olmasaydı, bu halde egemen olan atmosfer gereği günaha meylederdi. Burada ifadenin meyletmeye yakınlığı veya günahtaki vuku kapsamına işaret etmek için levla/olmasaydı’nın cevabı şartından önce gelmiştir. Dolayısyla eğer o Rabbinin burhanını /delilini görmeseydi muhakkak o kadına meylederdi ama Yusuf (a.s) kendisinin rabbinin huzurunda olduğuna en üst derecede yakin ederek inanıyordu. Bu yüzden asla meyletmedi. Bu içerikte daha önce İmam Rıza’dan (a.s) bir rivayet de aktarmıştık.

       Benzerini Müminlerin Emiri Ali’nin “öncesinde, sonrasında birlikte ve içinde Allah’ın olmadığı bir şey görmedim”[13] diye ifade ettiği bu açık ve kesin hazır olmayla birlikte meyletmek doğal içgüdüsel eğilim gibi hangi manada olursa olsun Yusuf (a.s) hakkında nasıl düşünülebilir? Çünkü bunun yönelme ve engellerin olmaması gibi normal şartlara ihtiyacı vardır.

       Bir soru da şudur: Hz. Yusuf'u (a.s) çevreleyen ilahi koruma ve lütuf derecesine masum olmayan kimseler ulaşabilir mi? Yanıt: Daha önce belirtilen hususlara dikkat edilirse evet. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler.” (A’raf/201) Şimdi bunun (hatırlayın),  ne anlama geldiğini biliyoruz yani Yüce Allah’ın Yusuf (a.s) bağlamında bahsettiği şeylere dikkat edin ve bu Rabbinden gördüğü burhanın/delilin içeriğidir. Yüce Allah bunu açıklayarak herkes için bir fırsat yaratmaktadır. “Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hakimiyeti yoktur.” (Nahl/99). O halde halis olarak inanan kimse kendisini daima nimetlendiren Rabbini hatırlar, O’nun aşkın gölgesinde yaşar ve yüce Allah’ın kendisinden uzaklaştığı kimsenin kötü akıbetini bilir. Böyle olunca Allah bu burhanı/delili kendisine gösterir ve imtihanlara maruz kaldığında ona yardımcı olur. Bu burhan/delil ancak zor imtihan anlarında insana yardımcı olan kulluğu artırmayla tahakkuk eder.  Kötü günde harcamak için mal yığan kimse bunun bir örneğidir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Eğer Allah'tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfal/29).

        Tecrübe buna tanıklık etmektedir. Şöyle ki; kimileri bu tür hile ve komplolalara maruz kaldıklarını ve nefislerinde herhangi bir meyletme durumunun ortaya çıkmadığını ve eylemde bulunmadıklarını aktarmışlardır.  Bu, bedensel ve şehvet yetisinin eksikliğinden değil, bilakis şeytanın mağlup olması ve günahı süsleyememesindendir. Nefis kendi başına süsleme olmadan bu tür bir eyleme yönelmez.

         Süslemeyi açıklığa kavuşturmak için, birçok kişi tarafından bilinen bir duruma atıfta bulunuyorum. Örneğin karısı olan bir erkek eşiyle evlenmesinin başlangıcında bulunan heyecanı tatmaz ama ama başka yabancı bir kadının sevdasına kapılır. Oysaki kendisi karısının daha güzel, kibar, duygusal, sevimli ve şefkatli olduğunu itiraf eder. Eğilimlerdeki bu çelişkinin nedeni nedir? Yanıt: Şeytanın birincisini değil ikinci kadını süslemesidir. Çünkü o insanın günaha düşmesini ve İslam’da kendisi kadar değerli bir bina inşa edilmeyen kutsal evlilik kurumunu yıkmak istemektedir.          

       Zorunlu olarak bu kalpsel inançsal odaklanmaların amel ile birlikte olmadadan yalnız başına yeterli olamayacağına işaret etmemiz gerekmektedir. Yüce Allah, Yusuf’un (a.s) bu yüksek mertebelere müstehak olması (böylece biz iyilikte bulunanları ödüllendiririz) (Yusuf/22) nedenini açıklamaktadır. Yüce Allah masumlara özgü olmaksızın genel bir kaide olarak şöyle buyurmaktadır: “Çünkü Allah, (kötülükten) sakınanlar ve güzel amel edenlerle beraberdir.” (Nahl/128).


 



[1]. Ramazan ayının son on gününü kutsal Necef'te geçiren çok sayıda üniversite öğrencisiyle Taklit Mercii Muheterem Yakubi’nin kendilerinin ikamet ettiği mekanı ziyaret ederek 26, Ramazan / 1436, 13/7/2015 tarihinde Pazartesi günü yapmış olduğu konuşmadır.

[2].Bu görüş Seyid Mürteza (Tenzih’ul-Enbiya) gibi birçok kimseden nakledilmiştir. O şöyle demektedir: “hemme (meyletme), erkeklerin kadınları arzulamasından kaynaklanan bir doğallıktır.” Şeyh Tusi (Allah benliğini kutsasın) de meyletme hakkında azmetme, uyarma, arzulama ve doğal eğilim gibi birkaç anlam belirtmiş ve şöyle söylemiştir: “Eğer bu olasılıklar varsa, biz Yusuf’tan (a.s) çirkine azmetme olasılığını dışlar ve kalan olasılıkları göz önünde bulundurabiliriz. Çünkü onların her her biri onun durumuna uygundur. (el-Tibyan 6/121). Bunun bir benzerini de İbn. İdris “Münteheb’ul-Tibyan: 2/22-23’te söylemiştir. Tabersi (Mecme’ul-Beyan, c. 5-6/354) şöyle demiştir: “Hemme biha (o da kadına meyletti) sözünün üçüncü anlamı, kadını arzulaması ve doğasının kendisine davet ettiği şeye eğilim göstermesidir.” Sonra şöyle demiştir: “Arzulama/şehvet, genişletirilmiş ve mecaz anlamıyla meyletme olarak adlandırılabilir ve şehvette bir çirkinlik yoktur. Çünkü yüce Allah’ın fiilidir.” Buna Allame Meclisi (Allah benliğini kutsasın) gibi başkaları da değinmiştir. O Yusuf (a.s) hakkındaki ifadelerinde şöyle demiştir: “Meyletmek, içgüdüsel bir çekim ve delili görmek ise ubudiyetin çekiminden ibarettir. (Bihar’ul-Envar: 12/332). Molla Sadra kendi tefsirinde şöyle demiştir: “Delil/burhan, Yusuf (a.s) nezdinde bulunan nefsi çirkin fiilden alıkoyan aklî engellerdir. Yahut  “hem/meyletme’den” kasıt, şerî alıkoyma olmasa çirkin fiillerin türemesine neden olan insan doğasında bulunan hayvanî şehvanî eğilimdir. Takva hakikatinden kaynaklanan münevver akıl yetisinin yetkin bilgisi olmasa, o bazen yakışmayan bir eylem yapabilir. Kastedilen, günaha meyletmek ve ona yönelmek değildir...” Bunun yaklaşma babından yani meyletmeye yaklaştı anlamında olduğu söylenmiştir. (Tefsir’ul-Kur’an-ıl-Kerim: 3/119 ve 6/267-268). Bunun bir benzerini de el-Beyzavi kendi tefsirinde söylemiştir. Fi Zilal’il-Kur’an Tefsiri yazarı ise şöyle söylemiştir: “Dürüstlük, gerçekçilik ve insan doğasına ve peygamberlik yanılmazlığına daha yakın olan temiz bir atmosferi tamamlamak için Kur'an, baştaki sakındırma ile sondaki sakındırma arasındaki durumun iki ucunu aralarındaki zayıflık anının bilgisi ile birlikte zikretmiştir. Bu gerçeklik insan doğası ve masumiyete daha yakındır. Yusuf (a.s) bir insandır, ama seçilmiştir. O bir an olsun bile nefsi eğilimini aşmadı ama belirtilen hassas andan sonra benlik ve kalbinde bulunan Rabbinin delili/burhanını görünce sakınma ve yüz çevirmeye döndü. (Fi Zilal’il-Kur’an: 4/712). Ben diyorum ki doğru sözlü Yusuf’tan (a.s) Rabbinin delili hiç kaybolmadı ki ona geri dönsün. Keşşaf’ta Zamahşeri’den şöyle nakledilmiştir: “Allah elçisinin günaha meyletmesi ve yönelmesi nasıl mümkündür, diye soracak olursan, şöyle derim: Kastedilen, gençlik arzusu türünden onun nefsinin mulakat etmeye meyletmesi ve kadına eğilim göstermesidir. Bu, meyletme ve eğilim göstermeyi andırır. Nitekim Kur’an aklı ve iradeyi nerdeyse ortadan kaldıran bu hali betimlemekte ama Allah’ın burhanı/deliline bakmayla bu hal etkisizleşmiştir.

[3]. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâh'ınızın, sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor. (Kehf/110). “Peygamberleri onlara dediler ki: (Evet) biz sizin gibi bir insandan başkası değiliz.” (ibrahim/11).

[4]. Uyun’u Ahbarı’r-Rıza: Bab’u Meclisi Ahır lil-Rıza (a.s) inde Memun fi ismeti’l-enbiya.

[5]. Mısır Azizi’nin hanımı, yalnız kendisinin meylettiğini itiraf etmiştir. “Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı.” (Yusuf/32).

[6]. Lam’ın yemin için olması durumunda anlam, yemin ederim ki kadın arzusunu gidermek için ona meyletti, olacaktır.

[7]. El-Mizan, fi Tefsir’il-Kur’an: 11/131 ve bu anlam Zamahşeri’nin Keşşaf’ı 11/138’de nakledilmiştir.

[8]. El-Mizan, fi Tefsir’il-Kur’an: 11/126

[9]. El-Mizan, fi Tefsir’il-Kur’an:11/125

[10]. Bihar’ul-Envar: 12/335

[11]. El-Mizan, fi Tefsir’il-Kur’an:11/127

[12]. El-Mizan, fi Tefsir’il-Kur’an:11/123

[13]. Tefsir’u Mevahib’il-Vahıb, 2:36 ve Ve keza fi kitabi ilmi’l-yakin: 1/49.