“Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.”
Yüce Allah’ın Adıyla
“Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.” (Ra’d/11)
Ey Allahım Müslümanların işlerindeki her bozuk şeyi düzelt.[1]
Ramazan ayının her gününde okunması müstehab olan dualardan birisi, “Allahım kabir ehline esenlik ver” duasıdır. Bu dua bir takım yüce hususlar barındırmaktadır ve ben onlardan biri üzerinde durmak istiyorum. Bu, “Allahım Müslümanların işlerindeki her bozuk şeyi düzelt” kısmıdır. Açık olduğu üzere bozukluk salt bu kelimeleri tekrarlamakla düzelmez. Elbette dua okumak sevaptır ve bazı hadislerde belirtidiği gibi dua ibadetin beynidir. Lakin bazı konular çabalamaya ihtiyaç duyar. Örneğin helal rızık isteyen kimse Allahım bana rızık ver demekle yetinmemeli ve bunun kanallarını bulmak için çabalamalı ve yüce Allah’ın lütfunu aramalıdır. Salih bir zürriyet isteyen kimse salih bir eş edinmelidir. Ancak Allah bir şeyi isterse Hz. İsa’nın (a.s) babasız doğumu gibi bunlar olmadan da yapabilir.
O halde Müslümanların durumlarındaki bozukluğu düzeltmek ve aynı şekilde duanın içerdiği diğer hususların her biri için uygun bir şekilde çaba sarfedilmelidir. “Kim de ahireti diler ve bir mümin olarak ona yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.” (İsra/19). Dostu mesrur etmeyen, düşmanı hoşnut kılan ve ihlal edilmemiş bir saygınlığı kalmayan Müslümanların bozuk durumunu nasıl düzeltebiliriz? Bu hedefe ulaşmak için ne yapmamız gerekmektedir?
Buna Allah Resulü (s.a.a), Şeyh Saduk’un el-Hisal’da naklettiği bir hadiste Müslümanların durumunun bozulmasına neden olan sebepleri ve bunun düzeltilme yolunu belirleyerek cevap veriyor: “Ümmetimden iki sınıf eğer düzelirse ümmetim düzelir ve eğer bozulursa ümmetim bozulur. Bunlar kimlerdir diye sorulunca Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Fakihler ve yöneticiler.”[2]
Öyleyse Müslümanların işlerindeki doğruluk ve bozukluk, bu iki sınıfın performansı ve kendi öz niteliklerine dönmektedir. O halde bozukluğun türediği yer ile düzelmenin türediği cihet birdir. Dolayısıyla şöyle denmiştir: “Hidayet ancak dalaletin yayılması cihetinden yayılır.” Başka bir ifadeyle biz bozukluktan sorumlu ciheti saptamalı ve böylece bu cihetten düzeltme işlemi başlamalıdır. Örnek olarak tekfir ve onu izleyen vahşice öldürme ve genel katliamlar, tekfirci ulemanın fetvalarından başlar. Öyleyse terörist tekfirci grupla gerçekten savışılmak isteniyorsa, ilkönce bu tekfir fetvalarını çıkaranlarla işe başlanmalı, akılları ıslah edilmeli, kalpleri taassup, kin ve egoizmden arındırılmalı ve onlar tarihlerini ve bu kültürü kutsal kılan insanları yeniden değerlendirmeliler. Onlar, ümmeti tekfiri dışlayarak yöneten gerçek salih önderliğe yöneldiğinde işler değişir. İmam Ali’den (a.s) nakledildiği üzere kendisinden (a.s) hak imametine isyan eden ve onunla savaşan kimseler hakkında şöyle sorulur: “Onlar müşrik midir? İmam Ali (a.s): Onlar şirkten kaçtılar. Sonra onlar münafık mıdır diye soruldu. İmam Ali (a.s), münafıklar ancak Allah’ı az zikreder diye cevap verdi. O halde onlar nedir ey Müminlerin Emiri diye sorulunca İmam Ali (a.s), kardeşlerimiz bize baş kaldırmıştır ve biz de bize baş kaldırdıkları için onlarla savaşıyoruz, demiştir.”[3] Bu, şu ayet-i kerimeye de işarettir: “Eğer iki mümin taife birbiriyle savaşırsa...” (Hucurat/9).
Aynı şekilde “hidayet ancak dalaletin yayılması cihetinden yayılır” cümlesi araçlar ekseninde de anlaşılabilir; yani televizyon, şeriata muhalif zalim yasalar ve eğitim yöntemleri gibi bozukluğa neden olan araçları ümmetin iyiliğine katkıda bulunacak şekilde düzeltmeliyiz.
Bu cümleyi bozulmaya neden olan fakirlik, cehalet, suç, ırkçılık, siyasal despotizm, ekonomik yolsuzluk, kaos ve istikrarsızlık gibi hal ve durumlar ekseninde anlayabiliriz. Bunları düzeltmeliyiz. Eğer hidayet ve ıslahın yaygılık kazanılması isteniyorsa, bu koşullar ve üretken çevre düzeltilmelidir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Şu Ev (Ka'be'n)in Rabbine kulluk etsinler; Ki O, kendilerini açlıktan (kurtarıp) doyuran ve korkudan güvenliğe kavuşturandır..” (Kureyş/3-4).
İşin nirengi noktası, ümmetin ıslahının bu iki sınıfın ıslahıyla gerçekleşeceğidir. Nitekim onların bozulmasıyla ümmet de bozulur.
Birinci sınıf hakkında rivayetlerin belirttiği üzere ulemanın bozulması, açıktan içki içmek, zina yapmak ve bu gibi fiiller değildir. Onlar toplumsal konumlarını korumak için bunu yapmazlar. Kastedilen onların dünya sevgisi, dünya ehline dalkavukluk etmeleri, makam ve liderlik için mücadeleye girişmeleri, batıl ehlini güzel göstermek, hakkı gizlemek, kin, kıskançlık, tekebbür, kendini büyük görme, egoizmin galebesi ve dini ikame etme ve iyiliği emretme ve kötülükten men etmedeki sorumluluklarından kaçınmadır. “Din adamları ve âlimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten menetselerdi ya! İşledikleri (fiiller) ne kötüdür!” (Maide/63). Halka açılmamak, onların sorunlarını ve ihtiyaçlarını dinlememek, onlara yardım etmemek, içinde bulundukları ve aleyhlerinde olan durumlarda kendilerine insaf göstermemek de bu hususlardandır. İmam Sadık (a.s) Müminlerin Önderinden (a.s) bir hadiste şöyle nakletmektedir: “Lideri iyiliği emretme, adalet ve ihsan kanalıyla tanıyın.”[4] Ulema sorumluluğunu yerine getirmediğinde ümmet manevi olarak boş ve ahlaki olarak ölmüş, basiret ve gelişmeden yoksun olur. Kötüler onunla oynar. Tarihte ulemanın sebep olduğu bozulmaya birçok örnek vardır. Örneğin İmam Hüseyin (a.s), Şureyh el-Kazi’nin fetvasıyla öldürülmüştür. O, lidere baş kaldırdığı gerekçesiyle İmam (a.s) ile savaşılması fetvasını vermiştir. İmam Cevad (a.s), Abbasi Devleti baş yargıcı İbn. Ebi Davud’un kendisinden hırsızın elinin kesilmesi hakkındaki görüşünü aldıktan sonra Mutesim’in kışkırtmasıyla öldürülmüştür.
İkinci sınıf bağlamında ise siyasal liderlerin kamu malı üzerinde tekel oluşturarak, kontrolü altındaki şeyleri ganimet sayarak, saçma şeyler ve sahte projelerde harcayarak, şahsi çıkarları kamu çıkarına egemen kılarak, kalifiye olmayan insanlara dayalı kötü planlama ve yönetimde bulunarak ve halkı kendi siyasi çatışmalarıyla meşgul ederek ülkeyi bozmadaki rollerini açıklamaya gerek yoktur. Ülkeyi bozan tüm felaketler, bazen dini ünvanlarla olsa bile, ganimet ve imtiyazlar üzerindeki bu çatışmaların sonucudur.
Bu egemenler ancak seçimlerde kendilerine oy vererek ya da askeri darbelerde iktidara gelmeleri ve yetkilerini sürdürebilmeleri için kendilerine yardım ederek halktan bir grubun desteğiyle makamlarına ulaştılar. Hangi şekilde iktidara geldilerse de eğer insanlar onları terk edip doğru ve yetkin kimselerin etrafında toplansalardı, Müslümanların durumu bu talihsiz dereceye ulaşmazdı. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer Ümeyye oğullarının kendilerine çalışan katipleri, vergi topluyacak, kendileri için savaşıp muhaliflerini öldürecek ve topluluklarında yer alan elemanları olmasaydı, hiçbir şekilde hakkımızı gasp edemezdiler. Eğer halk onları ellerindeki imkanlarla desteklemeseydi, Ümeyye oğulları sahip oldukları şey dışında bir şeye sahip olamazdı.[5]
Bu, insanların iyilik ve yolsuzluk sebebi için taşıdıkları öngörülebilir doğrudan sorumluluktur. Ama rivayetler, kötüler, bozguncular ve zalimlerin egemen olmasının hakiki nedeni olan bazı günah ve suçlara delalet etmektedir. Masumlar (a.s), iktidara egemen olmalarının önünü almamız, orda güçlenme merhalesine gelmelerini engellememiz ve sonra durumu düzeltmek amacıyla düşünmemiz için bunları bize bildirmiştir. Düzeltmek/ıslah etmenin bir yolu vardır (önleme tedaviden daha iyidir) ve o nedenleri kökünden ortadan kaldırmaktır.
Kötüler ve yozlaşmışların tahakkümüne neden olan günahlar ve eksiklikler arasında şunlar vardır:
1. İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmayı terk etmek. El-Kafi ve et-Tehzib’de İmam Rıza’dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: İyiliği emredin ve kötülükten sakındırın yoksa kötüleriniz üzerinizde at koşturacaktır. Böyle bir durumda iyileriniz dua etse de onlara isticabet edilmez.”[6] Şeyh Mufid el-Muhnia ve Tusi Tehzib’de Hz. Peygamberden (s.a.a) şöyle aktarmaktadır: “İyiliği emrettikçe, kötülükten sakındırdıkça, iyilik ve takva eksenli olarak birbirleriyle yardımlaştıkça ümmetim hayır üzerine olacaktır. Bunları yapmazlarsa, onlardan bereket kalkar, bazıları bazılarına egemen olur ve yeryüzü ve gökyüzünde onlar için bir yardımcı bulunmaz.”
2. Amelleriyle amil olan alimlerin yönlendirmesinden istifade etmemek. Allah Resulü’nden (s.a.a) şöyle rivayet edilmiştir: “Koyunun kurttan kaçtığı gibi insanların alimlerden kaçacağı bir zaman gelecektir. Böyle olduğu zaman Allah onları üç şeyle cezalandıracaktır: Birincisi, onların mallarından bereket kalkacaktır. İkincisi, Allah onlara zalim bir yöneticiyi musallat edecektir. Üçüncüsü, onlar dünyadan iman etmeden göçecektir.”[7]
3. Dinin gerçek içeriğinden soyutlanması, onun şekilsel görünür boyutuyla yetinilmesi ve din alimleri ve rabbanilerin hakiki sorumluluklarından yüz çevirmesi, bu ümmetin yozlaşmasına neden olan ulemanın yozlaşma şekillerinden bir şekildir. Allah Resulü’nden (s.a.a) şöyle nakledilmektedir: “Alimleri ancak güzel elbiseyle tanıdıkları, Kur’an’ı ancak güzel sesle bildikleri, Allah’a ancak Ramazan ayında ibadet ettikleri bir zaman ümmetim için gelecektir. Böyle olduğu zaman Allah onlara ne bilgisi olan, ne hükmü olan ve ne de merhameti olan bir yöneticiyi musallat eder.”[8]
Bu yüzden eğer milletin ahlakı bozuluyorsa, gücü zayıflıyor ve bilinç düzeyi düşüyorsa, bu iki yozlaşmış sınıfla yüzleşmek için bir nedendir. Onların yozlaşması, ümmetin durumunda yozlaşmanın artmasına neden olmaktadır.
Bu nedenle “nasılsanız öyle yönetilirsiniz” sözü meşhur olmuştur. O halde Müslümanların durumunu ıslah etmek/düzeltmek, onların kendi nefislerini düzeltmek, dinlerine sarılmak ve dinsel ve siyasal önderlerini seçmede bilinçlerini artırmaktan başlar. O zaman onların işleri düzelir ve Yüce Allah’ın yardımıyla durumları daha iyi bir hale döner.[9]
[1]. 18/07/2015 tarihindeki Kurban Bayramı namazının ikinci hutbesi.
[2]. El-Hisal, Şeyh Saduk, Bab’ul-İsneyn, h. 12.
[3]. El-Bidaye ve’l-Nihaye:7/300.
[4]. Usul’ul-Kafi, Kitab’ut-Tevhid, Bab: 51, O, ancak kendisiyle tanınır, Tevhid’us-Saduk, 286.
[5]. Vesail’uş-Şia: Kitabu’t-Ticaret/Ebvabu Ma Yektesibu bih/bab: 47, h. 1.
[6]. Vesailu’ş-Şia, Kitabu’t-Ticaret/ Ebvabu ma yetkesibu bihi/ bab: 47, h. 1.
[7]. Vesailu’ş-Şia, Ebavabu’l-emr ve’n-nahy, bab. 1, h. 4, 18.
[8]. Bihar’ul-Envar: 22/454 an camiu’l-Ahbar: 125-126, f. 22.
[9]. Bihar’ul-Envar: 22/454 an camiu’l-Ahbar: 125-126, f. 88.