Birbirinizle çekişmeyin, sonra kuvvetiniz gider - Kutsal Nübüvvet Misyonundaki Yakınlık ve Kardeşlik Dersi
Yüce Allah’ın Adıyla
Birbirinizle çekişmeyin, sonra kuvvetiniz gider[1]
Kutsal Nübüvvet Misyonundaki Yakınlık ve Kardeşlik Dersi
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal/46).
Ayet, inananların çatışmaları ve kendi aralarında kavga etmelerini yasaklar ve bu çatışmanın sonucunun başarısızlık, zayıflık ve yenilgi olduğu konusunda uyarır. Çünkü bu iç çatışmayla onları düşmanlarıyla yüzleşmekten alıkoyacak, güçlerini tüketecek, kendilerine güvenlerini bitirecek, kişiliklerini paramparça edecek, saygınlıkları ve üstünlüklerini yok edecektir. Çatışan tarafların her biri diğerinin ne pahasına olursa olsun üstesinden gelmek istediğinden enerjisini diğerine galip gelmek, kusurlarını ve eksikliklerini aramak ve ilan etmek için tüketir. Böylece haklılığını ve galibiyetini sağlamaya çalışır. Sonra herkes bu karşılıklı kamplaşma nedeniyle yenilgiye uğrar ve başarısız olur.
Başarısızlık, güçlerinin/rüzgarın yani izzet, güç ve hakimiyetlerinin yitirilmesine ve işlerin istedikleri gibi gitmemesine neden olur. Kuvvetten rüzgar olarak söz edilmesi, sembolik ve hesaplı bir metafordur. Çünkü rüzgar yelkenleri kaldırır ve denizlerde gemilere sürat kazandırır. Rüzgar durursa, gemiler hareket edemez ve istenen hedefe ulaşılamaz. Rüzgar aynı zamanda savaş meydanında bayrak ve sancakları yükseklerde tutar ve güç hissine neden olur. Rüzgâr giderse, bayraklar düşer ve güçler kaybolur.
Bu, siyasi ve sosyal bir teori kuran Kur'an gerçeklerinden biridir, çünkü devletlerin çöküşünün ve her asırdaki çoğu toplumların ve yapıların dağılmasının nedenini teşhis eder. Belki de en belirgin olanı, Endülüs'teki Müslümanların yenilgisi ve yaklaşık sekiz yüz yıl süren bir güçten sonra Müslümanların emirlikler ve taife liderlerine göre bölünmesiyle İslam Devletinin Avrupa topraklarında çökmesidir. Onlar, birbirleriyle savaşmış, kendilerine karşı komplo kurmuş ve kardeşlerine karşı düşmanlarını güçlendirmişlerdi.
Başarısızlık, rüzgar/enerji ve güç, salt maddi ve dünyayla ilgili değildir. Aksine, manevi güç, inanç ruhu ve kalbin güvencesi de gider ve ümmet rüzgarı, ruhunu ve esenliğini kaybeder. Çünkü çatışma galip gelmek uğruna öznesini yalan, gıybet ve buhtan, iftira ve rakibini zayıflatmak için casusluk gibi büyük günahlara bulaştırır. Rakibi karşısında kendini üstün kılmak istediği biri yanında dalkavukluk eder ve batıl hususlarda sessiz kalır. Mücadele ve didişmeyle meşgul olan düşüncesi onu Allah’ın zikri ve namazdan alıkoyar. Bunlar şeytanın kendileriyle oynadığı ve uçurum gibi tehlikeli bir yola ilerleyen kimselerdir.
Bu şeyler ne kadar küçük veya büyük olursa olsun, tüm ihtilaflarda denenmiş ve iyi bilinmektedir. Örneğin eşler arasında veya miras yüzünden aynı aile fertleri arasında, iki aşiret veya iki siyasi parti arasında veya değişik dini otoritelerin taklitçileri arasındaki çatışmalar bu türdendir. Bu nedenle, bir toplum bu çatışmalardaki gücünü ve potansiyelini tüketir ve rakibine kötüye kullandığı hakları edinmesi için yeterli yer sağlar.
İmam Bakır (a.s) ataları (a.s) kanalıyla Allah Resulü’nden şöyle aktarır: “Her kim biriyle düşman olur ve kavga ederse mürüvveti kaybolur ve saygınlığı gider. Sonra o (s.a.a) şöyle dedi: Cebrail henüz beni şarap içmekten ve putlara tapmaktan men ettiği gibi insanlarla çekişmekten men etmektedir.”[2] Hz. Peygamberden (s.a.a) şöyle rivayet edilmiştir: “Haklı da olsa tartışmayı terk etmeyen kimse imanın hakikatine eremez.”[3] “Her kim haklıyken tartışmayı terk ederse, onun için cennetin en yükseğinde bir ev yapılır ve her kim haksızken tartışmayı terk ederse, cennetin alt katında bir ev yapılır.”[4] Yani onun etrafında ve dışında. İmam Sadık’tan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: “Tartışmaktan kaçın zira tartışmak amelini heba eder. Cedelleşmeden kaçın zira seni mahveder. Çok düşmanlık etmekten sakın zira seni Allah’tan uzaklaştırır.”[5] İmam Hadi’den (a.s) şöyle aktarılmıştır: “Tartışmak eski dostluğu bozar ve evli çiftlerin bağı ve yakınlık gibi sağlam ilişkileri eritir. Ondaki en az şey, abartmadır ve abartma, yabancılaşmanın temel nedenidir.[6]”
Ayete dönersek, anlaşmazlığı çözmek ve bitirmek için çözüm sunar. Bunlar çatışmanın nedenlerini ortadan kaldırmak ve kaynağını önlemekten ibaret iki garanti husustur. Bu iki husus terk edildiğinde ise çatışma yaşanır. Bu iki husus şudur:
1- Her anlaşmazlıkta şeriat alimlerinin hükmüne yönelmek ve kişinin çıkarına uysa da uymasa da onun hükmüne teslim olmak ve kabul etmek gerekir. Bundan dolayı ayet Allah ve elçisi (s.a.a) ile yani Allah’ın kullarına hüccet olarak tayin ettiği liderliğe itaat emri ile başlamaktadır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisa/59). O halde yüce Allah’ın kitabı ve Allah Resulü’nün (s.a.a) sünnetine bağlılık ve de hak liderliğe müracaat etmek, çatışmanın vuku bulmasını veya anlaşmazlık sebebiyle ona dönük tartışmayı önlemenin güvencesidir. Dolayısyla ayet, Müslümanların birliğini sağlama ve parçalanmayı önleme yolunu ifade eder. Bu, Sıddıka Tahire Fatıma Zahra (a.s) tarafından dile getirilmiştir: “Bizim önderliğimiz ümmet için düzen ve parçalanmama güvencesi olarak karar kılınmıştır.” Başka bir deyişle, insanlar arasındaki anlaşmazlık farklı anlayış veya niyetlerden dolayı veya başkalarının müdahalesi ve dış faktörler gibi amillerden kaynaklanabilir. Anlaşmazlığa düşen kesimler şeriat kurallarına, yargıcına ve aralarını bulması için meşru misyon sahibi bir liderliğe yöneldikleri, ona teslim oldukları ve eğilimleri her zaman hakkı tanımak ve ona uymak olduğu müddetçe bu miktar normal çerçeve içinde kalır. Kısır çatışma, şeriat hükmü ve hak misyon sahibi liderliğin emirlerinden uzaklaşma, onları sorgulama ve onlara isyan etme noktasından başlar. Arzular, egoistlik ve taassup noktasından baş gösterir. Böyle bir kişi arzu ve iradesini anlaşmazlıklarda otorite ve egemen kılar. Ve sonra şeytan ona yanaşır ve ona gerçeğe boyun eğmenin bir yenilgi, küçük düşme ve zillet olduğunu fısıldar. Oysaki doğru olan, hakkın itaat edilmeye en layık ve talibibin her zaman galip olmasıdır.
2- Sabır göstermek: Çünkü şeriat ile hükmetmek ve şeriat esasınca nefsin arzularına karşı amel etmek mücahede ve sabra ihtiyaç duyar. Bu yüzden yüce Allah bize sabrı emreder ve “şüphesiz Allah sabredenlerle birliktedir” diye bize en güzel ödülü vaad eder. Allah onlarla dünya ve ahrette her durumda birliktedir. Bu birliktelik, Allah Tebarek ve Teala’nın istediği şeyleri yapmaya ilişkin sabır için katalizör ve motivasyon olmaya yeterlidir.
Ayet, çatışmanın başarızlığa neden oluşu hakkında açıktır. Lakin bunun tersi de geçerlidir. Başarısızlık da çatışma nedenidir. Yüce Allah Uhud savaşındaki vakıayla ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Siz Allah'ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vâdini yerine getirmiştir. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamberin verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve âsi oldunuz.” (Âli İmran/152). Yüce Allah Bedir savaşı hakkında ise şöyle buyuruyor: “Hatırla ki, Allah, uykunda sana onları az gösterdi. Eğer onları sana çok gösterseydi, elbette çekinecek ve bu iş hakkında münakaşaya girişecektiniz. Fakat Allah (sizi bundan) kurtardı. Şüphesiz O, kalplerin özünü bilir.” (Enfal/43). O halde başarısızlık ile çatışma arasında değişik mertebelerde biri diğerine neden olacak şekilde karşılıklı bir gereklilik ilişkisi bulunmaktadır. Çatışmanın gerçekleşmesinin başarısızlığa neden oluşu açıklandı ama başarısızlığın çatışmaya neden olması da en az iki nedenden ötürü açıktır:
1- Çatışma sadece her bireyin heves ve arzusuna teslim olması, nefsiyle mücadelesi ve Uhud savaşında olduğu gibi Allah Tebarek ve Teala’nın buyruklarına bağlılıkta başarısız olması durumunda ortaya çıkar. Uhud savaşında Müslümanlar heveslerine tabi olunca, Allah Resulü’nün (s.a.a) emirlerine isyan edince ve ganimet toplamada kardeşlerine katılmak için konumlarını terk edince (Allah arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra) Âli İmran suresinde belirtilen ayetteki gibi başarısızlık ve sonra da çatışma ortaya çıktı.
2- Kaybeden, başarısızlığını kabul etmek istemez ve nedenlerini ele almak için kendisini sorumlu tutmaz, başkalarıyla çatışarak kendi başarısızlığını örtmek için çatışmaya başvurur ve diğerlerinin başarısız olduğunu yansıtır. Başaranların seviyesine ulaşmak yerine başarılı insanları başarısız düzeye getirmeye çalışır. Burada gerçek komik bir örneği hatırlıyorum. Biz çocukken ve bazı arkadaşlarımız futbol oynarken takımları galip geldiğinde neşelenir ve mutlu olurlardı. Onlar mağlup olunca ise birbirini kınar, yenilgi sorumluluğunu biri diğeri üzerine atar ve her biri diğerinde hata ve kusur aramaya başlardı.
Bu nedenle, her alanda bu durumun en kötü örneği sahneyi yönlendiren politikacılardır. Çünkü onlar, halk karşısındaki sorumluluklarını yerine getirme konusundaki başarısızlıkları, kişisel çıkarlarıyla meşgul olmaları ve halkın kaynaklarını çalma nedeniyle, herhangi bir problemi çözmeksizin uyuşmazlıklar, sonuçsuz tartışmalar ve karşılıklı suçlamalar ile başarısızlıklarını örtmeye çalışırlar. Bu çatışma onları yeni başarısızlıklara iter.
Bugün Irak'taki kriz, bildirdikleri gibi finansal bir kriz değil çünkü Irak'ın şu anki geliri yaklaşık 50 milyar dolar veya daha fazla ve bu Irak halkı için yeterlidir. Her biri biraz etki etse de dış ajandaların ya da diğerlerinin varlığı nedeniyle değil, Irak’ın yıkılmasının ve devletin anlamsız, açgözlü ve nefret dolu kesimler için bir yağma haline gelinceye kadar çöküşünün nedeni, yetkililerin başarısızlığı ve kişisel ve hizip amaçlarına ulaşmak için kendi aralarındaki çatışma ve yanlış yönetim ve onların başarısızlıklarını çatışmayla örtmeye yeltenmesi ve çatışmalarının başarısızlığa yol açmasıdır. Yüce Allah’ın “sonra başarısızlığa uğrar ve rüzgarınız/gücünüz gider” buyruğu hakkında düşünmek gerekir. Ayet, bazı açılardan güvenilmeyi hak etmeyen başarısız liderler tarafından yönetilen çatışma, güç ve dirençten muzdarip olan bir toplum ve ülke hakkında ters bir ilişkiyi ortaya koyuyor.
Yüce Allah'ın ümmete değerli peygamberlik misyonuyla verdiği en büyük nimetlerden biri, kalplerin yakınlaşması ve anlaşmazlıkların ve tartışmaların reddedilmesidir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişileridiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Âli İmran/103). Hakeza şöyle buyuruyor: “Eğer sana hile yapmak isterlerse, şunu bil ki, Allah sana kâfidir. O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir. Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.” (Enfal/62-63).
Bu büyük lütfu hatırlayalım, Yüce Allah’ın bize emrettiği gibi onu koruyalım ve Allah Tebarek ve Teala’nın lütfuyla bu kutsal günde çatışma, karşı karşıya gelme ve rekabete mümkün olduğunca düşmemeye söz verelim.
[1]. Muhterem Yakubi’nin (gölgesi esirgenmesin), 13/6/2015 tarihine denk gelen 25 Şaban 1436 Cumartesi günü Bağdat eyaletindeki ileri gelenler, hatipler ve tebliğcilere yönelik düzenlenen genel konferansa televizyon aracılığıyla yaptığı konuşmadır. Sayın Yakubi, konuşmanın bazı bölümlerini değerli peygamberlik misyonunun başlangıcı münasebetiyle 16/5/2015'e denk gelen 27 Recep 1436 gününde ziyaretçiler ile yaptığı görüşmede dile getirmiştir.
[2]. Emani et-Tusi, 512 el-Meclis, 18, hadis: 1119.
[3]. Mizan’ul-Hikme, 8/117.
[4]. Mizan’ul-Hikme, 8/117.
[5]. Mizan’ul-Hikme, 8/117.
[6]. Mizan’ul-Hikme, 8/117.