DİNÎ MERCÎ YAKUBÎ: EGEMENLİK VE İKTİDAR SAHİBİ KILMA İLAHÎ BİR VAADTİR

| |defa okundu : 531
DİNÎ MERCÎ YAKUBÎ: EGEMENLİK VE İKTİDAR SAHİBİ KILMA İLAHÎ BİR VAADTİR
  • Post on Facebook
  • Share on WhatsApp
  • Share on Telegram
  • Twitter
  • Tumblr
  • Share on Pinterest
  • Share on Instagram
  • pdf
  • Çıktı al
  • save

ALLAH’IN ADI İLE

DİNÎ MERCÎ YAKUBÎ: EGEMENLİK VE İKTİDAR SAHİBİ KILMA İLAHÎ BİR VAADTİR

Dini mercî Şeyh Muhammed Yakubî (gölgesi esirgenmesin), bütün halk gruplarından, karşılaştıkları birçok tehlike ve kışkırtmalara rağmen sabır ve umut hasletleriyle süslenmelerini isteyerek işlerini hikmet ve ihlasla yerine getirdikleri sürece zafer ve aydın bir geleceğin kendilerini beklediğini ifade etti. Kendisi, “son olarak gerçekleştirilen Musul Operasyonu başta olmak üzere Silahlı Kuvvetlerimizin bütün birlikleri, Haşd-i Şabi’nin kahraman neferleri, lojistik destek sağlayan tüm grupların yardımı ile elde edilen kazanımların ve dinî, mezhebî ve etnik mensubiyetine bakılmadan asaleti ve yüksek ahlakıyla tüm insanlar ve insanlık için yapılan fedakarlığın, söz konusu umudun bir sonucu olduğunu dile getirdi. Zaten asrımızın en güçlü devletinin askeri komutanının da böyle bir operasyonun çok zor bir operasyon olduğunu, dünyadaki birçok ordunun böyle bir operasyonu başarıyla gerçekleştirmede zorlanacağını itiraf etmiştir.” diye ekledi.

Fatımat-uz Zehra Hazretlerinin (s.a) ölüm yıldönümü münasebetiyle Necef-i Eşref şehrine gelen on binlerce ziyaretçinin katıldığı yıllık konuşmasında yapılan tüm kışkırtma ve oyunlara karşı halkın, sağduyulu ve duyarlı tutumuna övgüde bulundu. Aynı şekilde giderek olgunlaşıp yetkinleşen bu kutlu hareketi sekteye uğratacak her türlü başkaldırı, kopma, dağılma, çatışma, haksızlığa meyletme, heva ve heveslere uyma gibi davranışlardan uzak durulması gerektiğini vurguladı. Düşmanın girift ve tehlikeli olan birçok desiseye sahip olduğunu, üst düzey yöneticilerin ve basiret sahibi kişilerin bu durumun farkında olduklarını, bizim de bunlara karşı uyanık olmamız ve kendimizi muhafaza etmemiz gerektiğini dile getirdi.

Konuşmasının tam metni şöyledir:

بسم الله الرحمن الرحيم

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ

      EGEMENLİK VE İKTİDAR SAHİBİ KILMA İLAHİ BİR VAADTİR

Yüce Allah Tebareke ve Teala şöyle buyurmaktadır:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْناً يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئاً وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir. (Nur/55).

Müminler, düşünce ve inançta kendilerine düşmanlık ve husumet besleyenler tarafından, hayatlarının her döneminde birçok baskıya maruz kalmaktadırlar. Bu baskılar bazen onları öldürme, yerlerinden sürme, hapis ve terör şeklinde, bazen toplumsal sorunları, ahlaki sapmaları ve akideyle ilgili şüpheleri oluşturma, bazen de açlık, ekonomik yaptırım, insanı, sürdürmekte olduğu özgür ve mutlu hayatından mahrum bırakma ve buna benzer hak ihlalleriyle yapılmaktadır.

Doğrusu düşmanlar ve hasımlar, müminler üzerinde tam bir egemenlik sağlamadan, üzerlerindeki iktidarlarını sağlamlaştırmadan, onları inanç ve ahlaklarından uzaklaştırmadan, reform projelerini hayal kırıklığına uğratmadan ve günümüzde sıkça dillendirilen küreselleşme yolunda, kimliklerini ellerinden almadan, bazen sert ve güçlü bir şekle bürünen, bazen de yumuşak ve gizli bir surette kendini gösteren faaliyetlerinden asla vazgeçmeyecekler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: وَلاَ يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّىَ يَرُدُّوكُمْ عَن دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُواْ Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. (Bakara/217) ve şöyle buyurmaktadır: وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. (Bakara/120). Onlar tüm bunları taşımış oldukları bencillik, zorbalık, dünya sevgisi, şehvet düşkünlüğü ve müminlerde bulunan gönül temizliği, ahlak ve edepten dolayı onlara karşı duydukları hasetlerinden ötürü yapmaktadırlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: وَدَّ كَثِيرٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُم مِّن بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّاراً حَسَداً مِّنْ عِندِ أَنفُسِهِم مِّن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ Kitap ehlinden birçoğu, hak kendilerine belirdikten sonra dahi, içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. (Bakara/109).

Bu arada Müslüman toplum içerisinde bulunan bazı ahmaklar, münafıklar, cahiller, dünya peşinde koşanlar ve şehvet kulları da yabancı düşmanların hazırlayıp uygulamaya koydukları planlarının başarılı olmasında onlara yardımcı olmaktadırlar.

Müminlerin büyük bir sıkıntı, endişe, korku ve umutsuzlukla, yapılan baskıların hidayet ve ıslah projelerini sekteye uğratacağı psikolojisiyle yaşadığı bir zamanda, yukarıda zikredilen ayette geçen ilahî vaat inerek gönüllerine güven bahşeder, kendilerine olan özgüvenlerini  tazeler, kalplerine umut ve itminan ekleyip imanları üzerine sabit kadem kalmalarını ve yüklendikleri mesajı eda etme yolunda istikamet üzere devam etmelerini sağlar. Doğrusu verilen bu vaadin haklığında hiçbir kuşku yoktur ve kesinlikle gerçekleşecektir.  وَعْدَ اللّهِ حَقّاً وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ قِيلاً Allah, gerçek bir vaadde bulunmuştur. Kimdir sözü Allah’ınkinden daha doğru olan? (Nisa/122). لَا يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ Allah, vaadinden dönmez. (Rum/6). إِنَّ اللّهَ لاَ يُخْلِفُ الْمِيعَادَ Şüphesiz Allah va’dinden dönmez. (Al-i İmran/9. Rad/21).

Evet, belirli bazı aşamalarda da olsa söz konusu ilahî vaadin tahakkuk etmesi uzun zaman alabilir. Zira salih bir toplumun inşası sabır, tahammül, dayanışma ile sürdürülmesi gerekli olan zorlu bir direniş, meşakatli bir çalışma ve lazım olan şartlar, ortam ve bileşenlerin oluşması için belirli bir müddete ihtiyaç duymaktadır. Burada müminlerin yapması gerekenler; çalışmalarına devam etmeleri ve sorumluluklarını yerine getirmeleridir. Sonucun ne zaman ortaya çıkacağı veya elde edilip edilmeyeceği onların mesuliyetinde değildir.

Medine’de inen ve söz konusu ilahî vaade işaret eden bu ayetten önce Mekke’de,[1] bu duruma işaret eden bazı ayetler inmişti. Örneğin, Yüce Allah’ın şu buyruğunu içinde barındıran aşağıdaki şu ayet gibi: وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ، وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِي الْأَرْض Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım. Yeryüzünde onları kudret sahibi kılalım... (Kasas/5-6). O dönemde müminlerin sayısı yok derecede azdı ve Kureyşliler, onları yakalayıp işkencelere tabi tutar, kendilerine ambargolar uygular, mallarına el koyar ve canlarına kast ederlerdi. وَاذْكُرُواْ إِذْ أَنتُمْ قَلِيلٌ مُّسْتَضْعَفُونَ فِي الأَرْضِ تَخَافُونَ أَن يَتَخَطَّفَكُمُ النَّاسُ فَآوَاكُمْ وَأَيَّدَكُم بِنَصْرِهِ وَرَزَقَكُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ O vakti hatırlayın ki siz yeryüzünde güçsüz ve zayıf idiniz. İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz. Derken Allah sizi barındırdı, yardımıyla destekledi ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı ki şükredesiniz. (Enfal/26). Böylece Yüce Allah müminlere, ayette geçen şu vaadlerde bulunuyordu:

1. Yeryüzünü abad edecek ve bütün insanlığa özgür ve şerefli bir yaşam sunacak dünya egemenliğinin maddi ve manevi olanaklarının, salih ve amil olan müminlerin eline geçeceği.

2. Yüce Allah’a bağlanma ve onun razı olacağı وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِيناً ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim (Maide/3) tek din olan İslam dinin, iktidar sahibi olacağı, dinin bu iktidar ve gücünün kalp ve gönüllere yerleşerek ve onlara hakim olarak tahakkuk edeceği, beşerin, tüm eksiklikleri ve kusurlarına rağmen oluşturdukları düzen, kanun ve yasalara hakim ve egemen olacağı.

3. Hak inançlarda iman özgürlüğüne, ister taştan, ister insanlardan, ister tağutlardan, ister heva-i nefisten, ister ırk ve körükörüne taklitlerden oluşan putlar olsun tüm ortak koşulanların terk edilerek sadece ve sadece Yüce Allah için paılacak olan halis ibadetlerin devamlılığına, tüm bunların herhangi bir korku yaşamadan yapılacaklarına, üzerlerine hakim olan tüm baskı, terör, şehvet ve saptırılmaların yok olup gideceğine.

Bunlar dünyada vaadedilenler, ahirette ise Yüce Allah vermiş olduğu vaadin gerçekleşeceğini haber vererek şöyle buyurmaktadır: وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي صَدَقَنَا وَعْدَهُ وَأَوْرَثَنَا الْأَرْضَ نَتَبَوَّأُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ نَشَاء فَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِين Onlar şöyle derler: “Hamd, bize olan vaadini gerçekleştiren ve bizi cennetten dilediğimiz yere konmak üzere bu yurda varis kılan Allah’a mahsustur. Salih amel işleyenlerin mükâfatı ne güzelmiş!” (Zümer/74).

Ama Yüce Allah’ın gerçekleşmesini vaadettiği bu vaatler, kuru bir iman iddiasıyla veya hayatı tekamüle erdiren, Yüce Allah’ı gözlerinin nuru yapan, Allah’ın kendisinden razı olmasını ve ona isyan etmeme ve gazabına uğramamayı tek amacı haline getiren, duyguları, tercihleri ve eğilimleri de dahil yaşamın her alanında ve ayrıntısında, insanın, tüm dünyasını ve yaşantısını, hak dini yegane mercî kılan yetkin ve etkin bir programa göre hareket eden bir organizmaya dönüşmeyip sadece ritüel bazı ibadetlerle yetinerek elde edilemeyeceği de aşikardır. Zaten bundan dolayı da ayet,  مِنكُمْ sizden kelimesini kullanmakta. Yani hepiniz değil bilakis sadece kendisinde bu nitelikleri toplayanlar!

İnsanlara zulmedenler, onların haklarına el uzatanlar, iyiliği emretmeyip kötülükten men etmeyenler, Yüce Allah’ın yargı ve günlük sorunlarla ilgili hükümlerini tatbik etmeyenlerç İslam’a ve hatta Peygamber’in Ehlibeyti’ne (a.s) müntesip olsa dahi bu ilahî vaadin kapsamına giremeyeceklerdir. Çünkü ayette, iman edenler, salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı öğütleyenlere hitap edilmiştir. قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُم Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz. (Öyle ise, “iman ettik” demeyin.) “Fakat boyun eğdik” deyin. (Hucurat/14).

Peygamber Efendimiz’den (s.a.a), bir gün ashabıyla otururken ashabından birine eşinin bir çocuk doğurduğu haberi verildiğini ve bunun üzerine adamın yüzünün değiştiği rivayet edilmiştir. Bu duruma şahit olan Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) kendisine: “Ne oldu?” Diye sorunca adam: “ben evden çıkınca eşim doğum sancılarını çekmekteydi. Şimdi ise bana, bir kız çocuğunu doğurduğu haberi verildi.” Der. Peygamber Efendimiz (s.a.a) ona: “Müslüman olmanın üzerinden kaç yıl geçti?” Diye sorar. Adam: “on yedi yıl!” Der. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.a) ona şöyle der: “bütün bu süre zarfında kalbine iman girememiştir!” [2]

Bu adam, İslam dinine ilk giren ve bir çok tehlike ve meşakkate göğüs geren mühacirlerden olmasına rağmen onda var olan bu tür kalbi duygular, her ne kadar zahiri olarak mümin olsa da gerçekte ondan imanın hakikatini selbetmiştir.

Değerli dostlar!

Her ne kadar devlet kurma ve hükümete gelme, yüce bir hedefe ulaşmak için yardımcı bir unsur olsa da ama bahsi geçen egemenlik ve iktidarın gerçekleşmesi için devletleşme ve hükümete gelme zorunluluğu yoktur. Zira devletleşme ve hükümete gelme, birer vesiledir amaç değil! Zaten Yüce Allah’ın aşağıda zikredeceğim ayette var olan güç ve hazırlık yapmayla ilgili buyruğu da bu durumun bir örneğini teşkil etmektedir:  وَأَعِدُّواْ لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. (Enfal/60).

İlahi vaadin gerçekleşmesinde göz önünde bulundurulan şey, Ayet-i Kerime’nin zikrettiği sonuçların gerçekleşmesidir. Hz. Zehra (s.a) ve Masum İmamlar (a.s), sürekli devam eden tam bir mazlumiyet ve dışlanma altında olmalarına rağmen onların, ilahî vaad ayetiyle kastedilenlerden oldukları kesindir. Peygamber Efendimiz (s.a.a), vefatından kısa bir süre önce Ehlibeyt’ini (a.s) toplayıp kendilerine: “Siz benden sonraki mustazaflarsınız!” Sözünü söylemesi bu hakikati apaçık bir şekilde pekiştirmektedir. Yani bu sözüyle ifade etmek istediği şey; her ne kadar torunları Mehdi-i Mevûd’un (a.f) eliyle de olsa Yüce Allah’ın: Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım. Yeryüzünde onları kudret sahibi kılalım. buyruğuyla kastettiği kimselerin onlar olduğudur. Müminlerin Emiri (a.s) de şöyle buyurmuştur: “Bizler, Yüce Allah tarafından bir vaad üzereyiz. Zira O şöyle buyurmuştur: Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere...”[3]

Doğrusu Sıddıka-i Tahira Hz. Fatımat-uz Zehra (s.a), görünende ezilerek mustazaf bırakılmış, hakları elinden alınmış, eşi kelepçelenmiş, herhangi bir yardımcısı ve koruyucusu bulunmayan bir bayan olsa da bu ilahî vaade tam olarak iman etmiş olmasından dolayı, silahlarla bezenmiş, hiçbir itirazda bulunmadan emredilen her şeyi yerine getirecek sayısız yardımcılarla donanmış hasmı olan yönetime karşı çıkmakta ve tam bir cesaret, istikrar, özgüven ve eylemlerinin doğuracağı sonuçlardan emin bir biçimde şöyle haykırmaktadır:  Aranıza dalarak sizleri kuru otlar gibi biçip toplayan keskin bir kılıçla müjdelenin! Vay hasretinize! Ben aranızdayım ama siz kör kalmışsanız, أَنُلْزِمُكُمُوهَا وَأَنتُمْ لَهَا كَارِهُونَ onu istemediğiniz hâlde, biz sizi ona zorlayacak mıyız?” (Hud/28).[4]

Doğrusu bu dil, ezilen bir esirin dili değildir. Bilakis zafere inanan ve hasmının mutlak hezimetini aynel yakin ile müşahade ettiğinden ötürü onları önlerindeki kötü akıbetten sakındırmaya çalışan kimsenin kulladığı dildir.

Onun akıllı kızı Zeynep (s.a), ilahî vaade olan güvenini annesinden miras alarak bir vehimden ibaret olan sözde zaferiyle mağrurlaşıp firavunlaşan tağut Yezid’e hitaben şöyle dedi: “bildiğin bütün tuzakları kur, tüm imkanlarını kullan ve bu uğurda elinden geldiğince yırtın! Ama Allah’a yemin olsun ki, yine de ismimizi yok edemeyecek, vahyimizi öldüremeyecek, seviyemize ulaşamayacak ve bize yaptıkların birer diken gibi gözüne batacaktır! Doğrusu أَلاَ لَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ Biliniz ki, Allah’ın lâneti zalimler üzerinedir. (Hud/18) senin görüşün isabetsiz, günlerin sayılı ve topladıkların faydasız bir metadan ibarettir!”[5]

Değerli kardeş ve bacılarım!

Bugün, bu ilahî vaadin gerçeklemesini müjdeleyen yani Yüce Allah’ın razı olduğu dinin, beşer eliyle konulan bütün yapay düzenlere karşı zaferini, salih müminlerin tüm beşeriyete faydalı olan şeylerle yeryüzünü imar etmede etkili bir rol oynadıklarını ve onları hidayet ve salaha götürecek yolu açarak var olan engelleri kaldırdıklarına dair birçok nişanelerle karşılaşıyoruz. İşte bu alametlerden bazıları şunlardır:

1. Ehlibeyt’in (s.a) sesinin bütün halklara ulaşmış olması. Böylece halkların, bu mübarek mektebin yeryüzünde hakim kılmak istediği yüce insani değerlerle tanışmaları sağlanmakta, büyük bir teveccühe mazhar olmakta ve gün geçtikçe ona müntesip olanların sayısı büyük bir hızla artmaktadır.

2. Ezilmişlerin Allah’ın rızasını kazanma, mukaddesatı koruma, dayanışma, girişimde bulunma ve sorumluluk bilinci konularında gösterdikleri cesaret ve fedakarlık derecesi gün geçtikçe yükselmektedir. Tüm bunların son olarak gerçekleştirilen Musul operasyonu başta olmak üzere silahlı kuvvetlerimizin bütün birlikleri, Haşd-i Şabi’nin kahraman neferleri, lojistik destek sağlayan tüm grupların elde ettiği kazanımların ve dinî, mezhebî ve etnik mensubiyetine bakılmadan asaleti ve yüksek ahlakıyla tüm insanlar ve insanlık için yapılan fedakarlık söz konusu umudun bir sonucudur. Zaten asrımızın en güçlü süper devletinin askeri komutanın da söz konusu bu operasyonun çok zor bir operasyon olduğunu, dünyadaki birçok ordunun böyle bir operasyonu başarıyla gerçekleştirmede zorlanacağını itiraf etmesi bunun delilidir.

3. Ümmet içerisindeki farkındalık ve uyanıklık, içinde bulundukları şartların zorluğu ve gereksinimlerini idrak etme şuuru gittikçe artmaktadır. Her ne kadar bu konuda daha yolun başında olsak da ama Allah’ın izniyle hayrı ve güzellikleri müjdelemektedir.

4. Emperyalist devletlerin içinde zaaf, yıkılış ve ayrışmanın baş göstermesi, çözmekten aciz kaldıkları sorunlarının fazlalaşması ve içte var olan bu problemlerden kurtulmak için onları kendi dışındaki ülkelere ihrac etmeye çalışması.

Ey müminler!

Söz konusu bu ilahî vaadin gerçekleşmesinde ve beşeriyetin yegane kurtarıcısı, Yüce Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve kulları üstündeki hücceti  olan imamımız Mehdi-i Mevud’un (canlarımız ona feda olsun) zuhur etmesiyle bu vaadin tamamlanmasında pay sahibi olabilmemiz için yukarıda zikri geçen alametlerin devamlılığı ve güçlendirilmesi bağlamında elimizden gelinceye kadar gayret göstermemiz gerekmektedir. Evet, Yüce Allah başka bir ayet-i kerimede, yeryüzünde kendilerine hüküm verilenlerin nitelik ve eylemlerini şöyle zikretmektedir: الَّذِينَ إِن مَّكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الأُمُورِ Onlar öyle kimselerdir ki, şâyet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin âkıbeti Allah’a aittir. (Hac/41).

Aynı şekilde giderek olgunlaşıp yetkinleşen bu kutlu hareketi sekteye uğratacak her türlü başkaldırı, kopma, dağılma, çatışma, haksızlığa meyletme, heva ve heveslere uyma gibi davranışlardan uzak durmamız gerekmektedir. Yine düşmanın girift ve tehlikeli birçok desiseye sahip olduğunu bilmemiz, üst düzey yöneticilerin ve basiret sahibi kişilerin bu durumun farkında olduklarının bilincinde olmamız, bizim de bunlara karşı uyanık kalarak kendimizi muhafaza etmemiz gerekir. Doğrusu fısk ve fesad her yere yayılmaya başlamış, Müslümanlar akidevi ve ahlaki kimliklerini oluşturan unsurlardan koparılmaya çalışılmakta, böylece değerlerinden ve düşüncelerinden uzaklaştırlarak kendi Müslüman kimliğini ibraz etmesi, başkalarını davasına davet etmesinden utanması sağlanılmaya çalışılmakta, düşmanların desiselerine düşerek onlara olan bağımlılığın ve projelerinin bir parçası olmasına azami çaba sarf edilmektedir.[6]

Doğrusu Allah Resulü’nün (s.a.a) meşhur hadisinde ümmetini ondan korumaya çalıştığı ve uyardığı şey tam da budur. O şöyle buyurmuştu: “Kadınlarınız fesada düştükleri, gençleriniz bozuldukları, iyiliği emretmediğiniz ve kötülükten menetmediğiniz zaman gelince haliniz ne olacak?” Denildi ki: “Bunlar olacak mı ey Allah’ın Resulü?” Buyurdu ki: “Evet, ve bundan daha beteri de olacak. Kötülüğü emrettiğiniz ve iyiliği menettiğiniz zaman haliniz ne olacak?” Denildi ki: “Bu olacak mı ey Allah’ın Resulü? Buyurdu ki: “Evet, ve daha beteri de olacak. İyiliği, kötülük ve kötülüğü, iyilik gördüğünüz zaman haliniz ne olacak?[7]

Evet, şüphesiz var olan bu yoğun karşı koymalar, üzerimizdeki mesuliyeti kat be kat artırmaktadır. Bunun için de müminler, azimet, himmet ve sonsuz bir enerji bahşeden bu ilahî vaatten yardım dilenmeli ve Allah’ın izniyle gerçekleşinceye kadar da yükümlü oldukları mesajı yerine ulaştırma noktasında himmet kemerini bağlamalılar. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır. (Muhammed/7),  إِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَعِيداً، وَنَرَاهُ قَرِيباً  Şüphesiz onlar o azabı uzak görüyorlar. Biz ise onu yakın görüyoruz. (Mearic/6-7).

Cemadi-us Sani, 1438h. 02/03/2017.



[1]. Örneğin Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِن بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الْأَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ Andolsun, Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebûr’da da, “Yere muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır” diye yazmıştık. (Enbiya/105) ve وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ ، إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنصُورُونَ، وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ Andolsun, peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti: “Onlara mutlaka yardım edilecektir.” “Şüphesiz ordularımız galip gelecektir.” (Saffat/171-173).

[2]. Bu olay, Vesail’uş Şia, c. 15, s. 101, h. 2 gibi kaynaklarda geçmektedir. Ama konuyla ilgili yaptığım araştırmada son kısmını bulamadım. 

[3]. Nehc’ül Belaga, Ömer İbn Hattab, İranlılarla savaşmak için Irak’a gitmek istemesi ile ilgili kendisiyle danışırken söylemiş olduğu sözlerindendir.  

[4]. El-İhticac Tabersi, c. 1, s. 140.  

[5]. Hutbenin kaynaklarını es-Sahih Min Maktel-i Seyid-uş Şuheda ve Eshabihi, s. 1125.   

[6]. Yapmak istediklerinden bazılarını aktarmak istiyoruz. Irak’ı Yok Etme: Irak’ı Yok Etmek ve Ötekileştirmek İçin Bütünleşik Plan adlı kitabtan ve tercümesinden – Hollanda’da yaşayan Iraklı bir güçmen olan Aziz Al-Difai – naklediyoruz. Yazar, bu kitabı daha önce yazmış olduğu Kötülüğü Anlama: Bosna Araştırmaları adlı kitabının Kötülüğü İmha Etme terimini açıklarken ifade etmektedir. Orada şöyle geçmektedir: Dayanışma, komşuluk ve yerleşim bölgeleri ilişkilerine ait tüm değerlerin yıkılması, fiziksel, psikolojik ve dinî engeller getiren bir sistemin kurulması, diğerinden kuşku ve korku duymanın hakim kılınması, ahmakların zeki, toplu yolsuzluk ve yağmalara katılmayan soylu ve asalet sahibi kimseleri zalim lans edecek düzeyde ölçütlerin ters yüz edilmesi, hırsızı soyluya, soyluyu sapkına dönüştürme ve böylece doğru ahlakî ve siyasî  değerler manzumesini buna benzer çelişkiler lehinde hayata geçirilmek suretiyle toplumun temel esaslarını yok etmek için oluşturulan sistematik bir planın hayata geçirilmesi.

[7]. Vesail’uş Şia, İyiliği Emretme ve Kötülükten Menetme kitabı, Emir, Nehî ve Onlarla İlintili Olan bablar, 1. Bab, h. 12.