Sonra kirlerini gidersinler. VELAYET, HACCIN MEYVESİDİR
Sonra kirlerini gidersinler. (Hac/29)
VELAYET, HACCIN MEYVESİDİR[1]
Dilbilimciler, التَفَث sözcüğünün kir ve pasak anlamında olduğunu ve onun giderilmesinin ise, onu beden temizlemek anlamına geldiğini ifade ederler. Bununla hacı adaylarının kutsal duygularla kutsal mekanlara yapageldikleri uzun hareketlerine ve ihramın kendilerine vacip kıldığı sorumluluklara işaret edildiği dile getirilmektedir. Hacılar, menasiklerini eda ettikten sonra ihramdan çıkar, bedenlerine bulaşan kirleri temizler, tırnaklarını keser, saçlarını traş eder ve buna benzer diğer sorumluluklarını yerin getirirler. Bazı uygulamalar veya diğer farklı durumlar rivayetlerde geldiği için dilbilimciler, söz konusu anlamı bu tür rivayetlerden çıkarmış olabilirler.
Bazıları, bu sözcüğün Arapça bir sözcük olmadığını, belki aslı itibariyle İbranice olduğunu, alıkoymak (الإمساك) ve tutmak (القبض) anlamlarına geldiğini söylemektedir. Bu durumda kendisiyle kastedilen şeyin; bizim, ihramda yapılmaması gerekenler (تروك الاحرام) diye adlandırdığımız ihramda olan kimseye farz kılınan şartlardır. Bu durumda onları yerine getirmek, tam olarak gereğini yapmak ve ihramdan çıkıncaya kadar riayet etmek anlamına gelecektir. Yüce Allah şöyle buyurur: فَإِذَا قَضَيْتُم مَّنَاسِكَكُمْ Hac ibadetinizi bitirdiğinizde...(Bakara/200). Yine şöyle buyurmakta: فَإِذَا قُضِيَتِ الصَّلَاةُ Namaz kılınınca...(Cumua/10), وَقُضِيَ الأَمْرُ işin bitirilmesini mi...(Bakara/210), فَلَمَّا قَضَى مُوسَى الأَجَلَ Mûsâ, süreyi tamamlayıp...(Kasas/29) ve buna benzer ayetler söz konusu anlamı desteklemektedir.
Doğrusu yapılan her iki tefsiri de kabul etmek mümkündür. Çünkü Ayette kinaye olduğu ve gerekli’yi (lazım) – tırnak ve saçların kesilmesi, bedene yağ sürme ve koku kullanma – zikredilmiş ama onlara bu fiilleri helal kılacak olan ihramdan çıkabilmeleri için gerekli olan menasikleri tamamlama anlamındaki gerekeni (melzum) kastetmiştir. Böylece başlamış oldukları hac menasiklerini bitirmeleri, içinde oldukları ve Arefe’ye gitmeden önce daha ihramın başından beri kendilerine vacip kıldıkları ihram haletinden çıkarak terk etmek zorunda kaldıkları birçok ameli tekrardan yapabilmek için Yüce Allah’ın şu sözüne lebbeyk demeleridir: الْحَجُّ أَشْهُرٌ مَّعْلُومَاتٌ فَمَن فَرَضَ فِيهِنَّ الْحَجَّ فَلاَ رَفَثَ وَلاَ فُسُوقَ وَلاَ جِدَالَ فِي الْحَجِّ Hac (ayları), bilinen aylardır. Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda رَفَثَ, günaha sapmak, kavga etmek yoktur. (Bakara/197). Dolayısıyla (التَفَث) sözcüğüyle murad edilen, ya fiilimsi mastardır. Yani ihramın gerektirdiklerini yerine getirmek ve istenilen şekilde onu bitirmek anlamındadır. Veya ihramdan çıkmak ve mesanik süresince bedenlerine bulaşan şeyleri temizlemek anlamında olan isim fiildir.
Doğrusu rivayetler her iki manaya da işaret etmişlerdir. Kurb’il İsnad ve el-Kafî adlı kitaplarda Bazantî’nin sahihi ile şöyle gelmiştir: “İmam Rıza’dan (a.s) mezkur ayetle ilgili sordum. Şöyle buyurdu: tırnakların kesilmesi, üzerindeki kiri atman ve ihramdan çıkman anlamındadır.[2]” Evet, buna benzer birçok rivayet bulunmaktadır. Şüphesiz, ihrama girmeyi (رَفَثَ) cinsel ilişkiyi terk etme ve ihramdan çıkmayı da (التفث) kirden arınma sözleriyle ifade etme arasında güzel bir insicam ve yüksek bir belagat bulunmaktadır.
Hacılar, Zilhicce aynın onuncu gününde Mina menasiklerini eda ettikten, büyük Cemeret’il Akabe’yi taşladıktan, kurban verip traş olduktan sonra ihramından çıkar, koku ve kadın dışında geri kalan bütün ihram haramları kendilerine helal olur. Hac tavafını eda ettiğinde koku, tavaf-ı nisa ile de kadınlar kendilerine helal olur. Bundan dolayı ayette geçen şu kısımla وَلْيُوفُوا نُذُورَهُمْ adaklarını yerine getirsinler... (Hac/29) yani terk etmeleri gereken şeylerin hükümlerine uysunlar ve hac menasiklerine bağlı kalıp eda etsinler anlamını, وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَتِيقِ ve Beyt-i Atik’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler. (Hac/29) kısmıyla da hac ve nisa tavaflarını kastedililerek söz konusu kısımlar, ayette daha önce geçen لْيَقْضُوا تَفَثَهُمْ kısmına atfedilmiştir.
Evet, bütün insanlara hitaben yapılan zahiri mana budur. Ama sadece ehli marifetten olan havasın anlayabilecekleri batıni bir manası da bulunmaktadır. Zureyh Muharibî’nin sahihinde Ebu Abdullah’tan (a.s) gelen rivayette şöyle buyurmaktadır: التفث imamla karşılaşmaktır.[3] Maaniy’ul Ahbar’da Abdullah b. Sinan Zureyh Maharibî’den şöyle rivayet eder: “Ebu Abdullah’a (a.s) şöyle dedim: doğrusu Allah kendi kitabında bana bazı emirlerde bulunmuş ve ben de onları yerine getirmek istiyorum. Buyurdu ki: nedir onlar? Dedim ki: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ثُمَّ لْيَقْضُوا تَفَثَهُمْ وَلْيُوفُوا نُذُورَهُمْ Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler...(Hac/29). Buyurdu ki: kirlerini gidersinler’den murad imamla karşılaşmak ve adaklarını yerine getirsinler’den murad mensaiklerdir.” Abdullah b. Sinan der ki: “Ebu Abdullah’ın (a.s) huzurlarına geldim ve şöyle dedim: sana feda olayım! Yüce Allah’ın şu sözünün anlamı nedir? ثُمَّ لْيَقْضُوا تَفَثَهُمْ وَلْيُوفُوا نُذُورَهُمْ Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler...(Hac/29). İmam (a.s) şöyle buyurdu: bıyıkları kesmek, tırnakları almak ve buna benzer şeylerdir. Bunun üzerine dedim ki: sana kurban olayım! Zuheyr Maharibî, bana, senin şöyle dediğini aktardı: kirlerini gidersinler’den murad imamla karşılaşmak ve adaklarını yerine getirsinler’den murad mensaiklerdir. Buyurdu (a.s) ki: Zureyh doğru söylemiş ve sen de doğru söylüyorsun. Zira Kur’an’ın bir zahiri ve bir de batını vardır. Zureyh’in kaldırabileceğini kaç kişi kaldırabilir ki![4]
Evet, bu tefsir, tam olarak haccın nedenlerine ve bu ayetten önceki ayette لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar. (Hac/28) geçen beklenilen yararlara mutabık bir tefsirdir. Zira manevi yararlar, maddi yararlardan daha evladır. Bu yararlar da, ancak kötü ve hilekar olan politik ve iktidar atmosferinden uzak, tertemiz manevi bir atmosferde ümmetin İmamı (a.s) ve bu mübarek hareketin lideriyle karşılaşmakla tahakkuk edebilir. Böylece Hadis-i Şeriflerde de vaad edildiği üzere özlerini, tüm manevi kir ve hastalıklardan arındırabilir ve geçmiş kirlerden tamamen temizlenmiş yeni bir bağlangıca yelken açabilirler.
İmam Rıza’dan (a.s) gelen bir rivayette, haccın faydaları ve Allah tarafından yasalaştırılmasının hikmeti beyan edilmiş, İmamla (a.s) karşılaşma, dinde tefakkuh sahibi olma ve ondan alınan öğretilerin dünyanın her yerindeki insanlara ulaştırma söz konusu fayda ve hikmetlerden sayılmıştır. İmam (a.s) şöyle buyurmaktadır: onlar, Yüce Allah’a koşmak, ondan daha fazla istemek, kulun geçmişte işlediği her şeyden tevbe ederek kurtulması ve geleceğe yeniden başlaması için hac etmekle emrolundular... Sonra şöyle buyurdu: aynı zamanda tefakkuh sahibi olma ve dünyanın her yerine, imamların haberlerini götürme gibi faydaları da vardır. Yüce Allah şöyle buyurur: فَلَوْلاَ نَفَرَ مِن كُلِّ فِرْقَةٍ مِّنْهُمْ طَآئِفَةٌ لِّيَتَفَقَّهُواْ فِي الدِّينِ وَلِيُنذِرُواْ قَوْمَهُمْ إِذَا رَجَعُواْ إِلَيْهِمْ لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar. (Tevbe/122).[5]
Bundan dolayı İmam Bakır (a.s), birçok insanın bu hakikatin farkında olmaması ve ona dikkat etmemesi yüzünden acı çekmekteydi. El-Kafî’de kendi senediyle Ebu Ubeyde Hazza’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Ebu Cafer’in (a.s), Mekke’de insanların neler yaptıklarına bakarak şöyle dediğini işittim: yapılanlar, cahiliyet döneminde yapılanlar gibidir. Allah kasem olsun ki bununla emronulmadılar. Bilakis kirlerini gidermek, adaklarını yerine getirmek, bizi görerek bize olan velayetlerini haber vermek ve bize olan yardımlarını göstermekle emrolundular.[6]
Doğrusu Ehlibeyt’e (a.s) olan velayet izhar edilmeden, anlamı tam kavranılmadan ve onlara dua ederek fazilet ve mankıbelerini yaymadan, yapılan amelleri onlara sunmadan, yollarına davet etmeden ve buna benzer Masumlara (a.s) karşı sorumlu olduğumuz yükümlülükleri yerine getirmeden, haccın anlamı tamamlanmaz ve asıl amacı tahakkuk etmez. İmam Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiş: haccın tamamlanması, imamla karşılaşmaktır.[7]
Hacı, haccın bütün menasiklerinde Masumlara (a.s) olan velayetini takdim etmeli, ihramla beraber İmam’a (a.s) olan itaatine, ona ulaşmasına ve emirlerine göre amel etmesine engel olabilecek her şeyden soyutlandığını, vakfe durmasıyla İmam’ın (a.s) huzurunda olduğunu, sa’y ile İmam’a (a.s) doğru hareket halinde olduğunu, kurban kesme ile İmam’a (a.s) ve onun ilahî mesajına yardım etme yolunda fedakarlığı, şeytan taşlama ile haksız yere kendilerini insanların imam ve önderleri olarak tayin eden bütün tağut ve zorbalara meydan okuduğunu hatırlamalı. Doğrusu İmamet uhrevi ibadetlerin düzeni ve odak noktasıdır.
El-kafi’de farklı yollarla Ebu Cafer’den (a.s) şöyle rivayet edilmiş: İslam, beş şey üzerine bina edilmiştir: namaz, zekat, oruç, hac ve velayet. Doğrusu velayet kadar hiçbirine davet edilmedi. Ama insanlar ilk dördünü alıp bunu – velayet - terk ettiler.[8]
Zurare’nin sahihinde şöyle eklenir: “dedim ki: bunlardan hangisi daha faziletlidir? Buyurdu (a.s) ki: velayet daha faziletlidir. Zira velayet geri kalanların anahtarı ve velayet sahibi de onlara götüren nişanedir. Yine orada şöyle denir: işin zirvesi, başı, anahtarı, her şeyin kapısı ve rahmanın rızası imamın marifetinden sonra ona itaat etmektir. Haccın ve diğer ibadetlerin manevi esrarı, ancak Masumların (a.s) velayetlerinin gölgesi altında idrak edilebilir. Aynı şekilde insanın özgürlüğü, gerçek onuruna ulaşması ve istikametini koruması, ancak ve ancak Masum İmam’ın (a.s) eliyle, onun mübarek önderliğinde ve ondan sonra onun hak naîbleri aracılığıyla gerçekleşebilir.
İnsanın yapmış olduğu haccın değeri, mukaddes mekanlar arasında bedenen gidip gelmek ve hareket etmek ile tam olarak tahakkuk etmez. Aksine kişinin İmam’a (a.s) olan marifetine ve ona itaatine bağlıdır. Doğrusu bu bağlılık fazlalaşabildiği gibi sıfıra kadar da düşebilir. İmam (a.s) bu tür muflisler hakkında şöyle buyurur: sen şu telbiye getirenleri görüyor musun? Allah yemin olsun, bunların sesleri, Allah nezdinde eşeklerin sesinden daha kötüdür![9]
Fudayl’in sahihinde[10] geçtiği üzere İmam Bakır (a.s), Kabe’yi tavaf eden insanlara bakarak söz konusu durumun nedenlerini şöyle dile getirmektedir: şüphesiz cahiliye döneminde de böyle tavaf ediyorlardı. Halbulki Kabe’yi tavaf etmek ve daha sonra da bize gelerek velayetlerini haber vermeleri ve bize olan yardımlarını bildirmeleriyle emrolunmuşlardı. Daha sonra şu ayeti okudu: فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir...(İbrahim/37). Ayyaşi, yukarıdaki ayetin tefsirinde imam Bakır’dan (a.s) şöyle rivayet eder: muhakkak insanların şu Beyti hac etmeleri, Yüce Allah onu yücelttiği için ona tazimde bulunmaları ve nerede olursak olalım gelip bizi bulmaları gerekmektedir. Zira bizler, Allah’a götüren nişaneleriz![11]
Evet, şüphesiz asıl amacından yoksun olan biçimsel bir hac, gerçekte hakiki İmam'dan (a.s) uzaklaşmadan dolayı elde edilen bir sonuçtur. Fudayl Ebu Cafer’den (a.s) şöyle rivayet eder: bir imama tabi olmadığı halde ölen kişi, cahiliye ölümü üzerine ölmüştür. İmamlarını bilip tanımadıkça insanların mazeretleri kabul edilmez.[12]
Doğrusu Mekke, Masumu (a.s) içinde barındırmasıyla şereflenmekte olduğu için onun varlığından dolayı kendisiyle yemin edilmiştir: لَا أُقْسِمُ بِهَذَا الْبَلَدِ * وَأَنتَ حِلٌّ بِهَذَا الْبَلَدِ Sen bu beldedeyken bu beldeye (Mekke’ye)... yemin ederim ki...(Beled/1-2). Yüce Allah’ın insanlara olan lütfünden ötürü Masum (a.s), her yıl hac mevsiminde orada bulunur. Böylece dini semboller, manevi değerleri üzere baki kalır ve hacılar, onun varlığının bereketiyle nasiplenirler. Ubeyd b. Zurare’den şöyle rivayet edilmiştir: “ben Ebu Abdullah’ın (a.s) şöyle dediğini duydum: doğrusu insanlar imamlarını kaybederler, hac döneminde O, onları görür ama onlar onu göremezler. İkmal-‘ud Din kitabı kendi senediyle Sefir’us Sani Muhammed b. Osman Ömeri’den şöyle nakleder: “Onun (a.s) şöyle dediğini duydum: Vallahi, bu işin sahibi her yıl hac döneminde orada hazır bulunmaktadır. insanları görür ve onları tanır. İnsanlar da onu görür ama tanımazlar.[13]
Bu sebeple İmam Seccad (a.s) tağut Yezid’in karşısına çıkarak açık ve net bir şekilde şöyle ilan etti: ben, Mekke ve Mina’nın evladıyım, ben, Zemzem ve Safa’nın çocuğuyum.[14]
Yani şu mübarek mekanların sahibiyim, onların gerçek varisiyim, İbrahim-i Halil’den (a.s) Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.a) değin, buralara önderlik edenlerin doğal evladıyım. O zaman ümmet işlerinde, kullar ve beldelerin siyasal meselelerinde velayete layık olan da benim!
[1]. 13/08/2019 Miladi yılına denk gelen Hicri 1440 yılının Mübarek Kurban Bayramı münasebetiyle verilen hutbenin ikinci bölümüdür.
[2]. El-Kafî, c. 4, s. 503, h. 12.
[3]. Men La Yahduruh’ul Fakihu, c. 2, s. 290, h. 1432.
[4]. Maani’l Ahbar, s. 340, h. 10.
[5]. Vesail’uş Şia, c. 11, s. 12.
[6]. El-Kafî, c. 1, s. 323, h. 2.
[7]. Vesail’uş Şia, c. 10, s. 255. Ebvab’ul Mezar, bab: 2, h. 12.
[8]. El-Kafî, c. 2, s. 18. Daaim’ul İslam, h. 1, 3, 5.
[9]. Vesail’uş Şia, c. 9, s. 57.
[10]. El-Kafî, c. 1, s. 322, h. 1.
[11]. Tefsir-i Ayyaşî, c. 2, s. 333, h. 39.
[12]. Bihar’ul Envar, c. 23, s. 89.
[13]. Vesail’uş Şia, c. 11, s. 135. Ebvab-u Vucub’il Hac ve Şaraitihi, bab: 46, h. 8-9.
[14]. Bihar’ul Envar, c. 45, s. 138.